edebiyat üzerine
  NAZIM HİKMET ŞİİRLERİ
 




NAZIM HİKMETTEN SEÇME ŞİİRLER




SALKIM SÖĞÜT
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
              vurulmuş gibi 
                         kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
              uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!
            Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
               renkler silindi.
Siyah örtüler indi
               mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
                     sarı saçlarının
                                   üzerine!

Ağlama salkımsöğüt 
                     ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
                                       el bağlama!
                                                ağlama!
                                                                      1928

 



MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN
VE HANIMELLERİ

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
                 bahçesinde ebruliii
                         hanımeli
                                   açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
                    hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
                    çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
                hanımeli
                         açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
          yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
        bahçesinde ebruliiii
                hanımeli
                         açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz :
bahçesinde ebruliiiii
                    hanımeli
                         açan ev. 




CEVİZ AĞACI

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

                                                            
1 Temmuz [1957], Balçik


DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler

                                                         
21 Mayıs 962, Moskova

GELİYOR SIRAM

Geliyor sıram
ansızın atlayacağım boşluğa
ne çürüyen etimden haberim olacak
ne gözlerimin çukurunda dolaşan böceklerden

durup dinlenmeden ölümü düşünüyorum
sıram yakın demek.

                   


PİRİ REİS'İN HARTASI

Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına
boyamış serin deniz sabahlarının renkleriyle.
Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına
göz görmemiş, el değmemiş yıldız hevenkleriyle.
Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına
varılan kıyılardan ayak basmamış kumsallara doğru
hayırsız adalarla yeşil papağanların arasından
billûr köşklere giden yolu.

Reis'in hartasında kıtalardan büyük boynuzlu balıklar
ve timsah başlı maymunlar yanardağlardan iri
Reis'in hartasında yelkenliler yürek kadar
ama balıklarla maymunlar yutamıyor yelkenlileri.

Yolculuklar başlamaz yürek çağırmasa
akıl yorulabilir, yılabilir, ama yüreğin sırtı gelmez yere.
Yelkenlilerle gidiliyor kosmosa
Piri Reis'in hartasında yüzen yürek kadar yelkenlilerle.

                                                       
  29 Aralık 1960, Moskova

KADINIM BREST'E KADAR

Kadınım Brest'e kadar benimle geldi,
indi tirenden peronda kaldı,
ufaldı, ufaldı, ufaldı,
uçsuz bucaksız mavilikte buğday tanesi oldu,
sonra raylardan başka şey göremedim.

Sonra, Leh toprağından seslendi karşılık veremedim.
"Nerdesin gülüm, nerdesin?" diye soramadım,
"Yanıma gel!" dedi, yanına varamadım,
hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren,
boğuluyordum kederden.

Sonra, kumlu toprakta kar parçaları çürüyordu,
sonra, birden anladım ki, kadınım beni görüyordu,
"Beni unuttun mu, beni unuttun mu?" diye soruyordu,
baharsa çamurlu çıplak ayaklarıyla gökyüzünde yürüyordu.

Sonra, yıldızlar inip kondu telgıraf tellerine,
karanlıksa yağmur gibi çarpıyordu tirene,
kadınım telgıraf direklerinin altında duruyordu,
koynumdaymış gibi de yüreği küt küt vuruyordu,
direkler gelip geçiyordu o kımıldanmıyordu yerinden,
hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren
boğuluyordum kederden.

Sonra birden anladım ki, yıllardır, ama uzun yıllardır bu tirende yaşıyorum.
- ama, bunu nasıl, neden anladığıma hâlâ şaşıyorum -
ve hep aynı büyük, aynı umutlu türküyü söyleyerek
sevdiğim şehirlerle sevdiğim kadınlardan boyuna uzaklaşıyorum
ve hasretlerini etimin içinde işleyen bir yara gibi taşıyorum
ve bir yerlere yaklaşıyorum, bir yerlere yaklaşıyorum.

                                                               
Mart 1960, Akdeniz

BÜYÜK İNSANLIK

Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
                               tirende üçüncü mevki
                               şosede yayan
                               büyük insanlık.

Büyük insanlık sekizinde işe gider
                               yirmisinde evlenir
                               kırkında ölür
                               büyük insanlık.

Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
                               pirinç de öyle
                               şeker de öyle
                               kumaş da öyle
                               kitap da öyle
         büyük insanlıktan başka herkese yeter.

Büyük insanlığın toprağında gölge yok
                               sokağında fener
                               penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
                               umutsuz yaşanmıyor.

                                                             
  7 Ekim, Taşkent, 1958


KEDERLENİYORUM

Bir Üsküdar balkonunda guruba karşı demlenir gibi
bir akşamüstü, Laypzig'te, tramvay durağında
tadını çıkara çıkara, yudum yudum
                                    kederleniyorum.

                                                                
22 Haziran 958

 

MASALLARIN MASALI

Su başında durmuşuz
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.

Su başında durmuşuz
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, bir de kediye.

Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak,
sonra o da gidecek.

Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Su serin,
çınar ulu,
ben şiir yazıyorum,
kedi uyukluyor,
güneş sıcak,
çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

                                                      7 Mart 1958, Varşova – Şvider



SEBASTİAN BAH'IN

1 NUMARALI DOMİNÖR KONÇERTOSU

Güz sabahı üzüm bağında
      sıra sıra, büklüm büklüm kütüklerin tekrarı,
                      kütüklerde salkımların,
                      salkımlarda tanelerin,
                      tanelerde aydınlığın.

Geceleyin çok büyük, çok beyaz evde
                      her birinde ayrı ışık
                      pencerelerin tekrarı.

Yağan bütün yağmurların tekrarı,
                      toprağa, ağaca, denize,
                      elime, yüzüme, gözüme
                      ve camda ezilen damlalar.

Günlerimin tekrarı,
                      birbirine benzeyen,
                      benzemeyen günlerimin.

Örülen örgüdeki tekrar,
                      yıldızlı gökyüzündeki tekrar,
                      ve bütün dillerde "seviyorum"un tekrarı,
                      ve yapraklarda ağacın tekrarı,
                      ve her ölüm döşeğinde acısı tez biten
                                                         yaşamanın.

Yağan kardaki tekrar,
                       incecikten yağan karda,
                       lapa lapa yağan karda,
                       buram buram yağan karda,
esen tipide savrularak
ve yolumu kesen kardaki tekrar.
Çocuklar koşuyor avluda,
avluda koşuyor çocuklar.
İhtiyar bir kadın geçiyor sokaktan,
sokaktan ihtiyar bir kadın geçiyor,
geçiyor sokaktan ihtiyar bir kadın.

Geceleyin çok büyük, çok beyaz evde
                     her birinde ayrı ışık
                     pencerelerin tekrarı.

Salkımlarda tanelerin,
tanelerde aydınlığın.

Yürümek iyiye, haklıya, doğruya
dövüşmek yolunda iyinin, haklının, doğrunun
zaptetmek iyiyi, haklıyı, doğruyu.

Sessiz gözyaşın ve gülümsemen, gülüm,
hıçkırıkların ve kahkahan, gülüm,
pırıl pırıl beyaz dişli kahkahanın tekrarı.

Güz sabahı üzüm bağında
      sıra sıra, büklüm büklüm kütüklerin tekrarı
                     kütüklerde salkımların
                     salkımlarda tanelerin
                     tanelerde aydınlığın
                     aydınlıkta yüreğimin.

Tekrardaki mucize gülüm,
tekrarın tekrarsızlığı...

                                                          23 Şubat 1958, Varşova

                          
                   

 

DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
       beş değil,
                yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
                       deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
                              senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
                  kabahat senin,
                              - demeğe de dilim varmıyor ama -
                  kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

                                                             1947

 

 

 



SON OTOBÜS

Gece yarısı. Son otobüs.
Biletçi kesti bileti.
Beni ne bir kara haber bekliyor evde,
           ne rakı ziyafeti.
Beni ayrılık bekliyor.
Yürüyorum ayrılığa korkusuz
                                    ve kedersiz.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
                                     seyredebiliyorum artık.
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
                                     elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından
                     baltalayarak
               ne de kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
               çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
                         ne böylesine hür.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
                           seyredebiliyorum artık.
Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,
karşıma çıkıveriyor geçmişten
                                     bir söz
                                     bir koku
                                     bir el işareti.

Söz dostça
      koku güzel,
                  el eden sevgilim.
Kederlendirmiyor artık beni hâtıraların dâveti.
Hâtıralardan şikâyetçi değilim.
Hiçbir şeyden şikâyetim yok zaten,
yüreğimin durup dinlenmeden
                     kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Artık ne kibri nâzırın, ne kâtibinin şakşağı.
Tas tas ışık dökünüyorum başımdan aşağı,
güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
Ve belki, ne yazık,
                hattâ en güzel yalan
                        beni kandıramıyor artık.
Artık söz sarhoş edemiyor beni,
ne başkasınınki, ne kendiminki.

İşte böyle gülüm,
iyice yaklaştı bana ölüm.
Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
                     başladım soyunmağa.
Bir tiren penceresiydim,
                     bir istasyonum şimdi.
Evin içerisiydim,
                     şimdi kapısıyım kilitsiz.
Bir kat daha seviyorum konukları.
Ve sıcak her zamankinden sarı,
                     kar her zamankinden temiz.

                                                            Pırağ, 21 Temmuz 957

 

 

 

 
  Bugün 7 ziyaretçi (20 klik) kişi burdaydı! ku.es@hotmail.com  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol