edebiyat üzerine
  Biyografiler
 

 

 

Adalet AĞAOĞLU



1929 - Ankara

 

Günümüz yazarlarından olan sanatçı Ankara'nın Nallıhan ilçesinde doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Ankara Radyosu'na girerek dramaturgluk, radyo tiyatrosu müdürlüğü, TRT'de program uzmanlığı yaptı. Radyo Dairesi Başkanı iken bu görevinden ayrıldı. Sanat hayatına şiirle başladıysa da bir arkadaşıyla ortak kaleme aldığı "Bir Piyes Yazalım" oyunu, ilk tiyatro denemesi oldu. Çeşitli radyo ve sahne oyunları yazdı.

ESERLERİ :

Romanları : Ölmeye Yatmak, Fikrimin İnce Gülü, Bir Düğün Gecesi, Yaz Sonu, Üç Beş Kişi, Hayır, Ruh Üşümesi.

Hikaye Kitapları : Yüksek Gerilim, Sessizliğin İlk Sesi, Hadi Gidelim, Romantik Bir Viyana Yazı.

Denemeleri : Göç Temizliği, Geçerken, Gece Hayatım.

Oyunları : Evcilik Oyunu, Çatıdaki Çatlak, Tombala, Kendini Yazan Şarkı.


Ayrıca diğer oyunlarıyla birlikte, bütün oyunları iki ciltte "Oyunlar" adı ile yayımlanmıştır.
Sanatçı, Üç Oyun(1973) adlı yapıtıyla, Türk Dil Kurumu 1974 Tiyatro Ödülü'nü,

Yüksek Gerilim ile 1975 Sait Faik Hikaye Armağanı'nı, Bir Düğün Gecesi romanıyla 1979 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü'nü, 1980 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, 1980 Madaralı Roman Ödülü'nü ve Çok Uzak Fazla Yakın ile de İş Bankası, 1992 Edebiyat Büyük Ödülü'nü kazandı.

 

 

 

 

 

 

 

                                   

 

Ahmed ARİF



1927 - Diyarbakır
2 Haziran 1991 - Ankara

 

Diyarbakır'da doğdu (1927). Orta öğrenimini Diyarbakır Lisesinde tamamladı. Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünde öğrenciyken TCK'nin 141. maddesine muhalefette bulunduğu gerekçesiyle tutuklandı (1950). İki yıl sonra aynı savla yargılanarak hüküm giydi, hapiste yattı. Mahkumiyet hayatı iki yıl sürdü. Ankara'ya yerleşerek gazetecilik mesleğini seçti.

Toplumcu gerçek şiirimizin ustalarındandır. Yaşadığı coğrafyanın duyarlılığı ve halk kaynağındaki sesini hiç yitirmeden, lirik, epik ve koçaklama tarzını kusursuz bir kurguyla kullanarak, özgün, tutkulu, müthiş ezgili çağdaş şiirler yazdı. 2 Haziran 1991 tarihinde Ankara'da öldü.

Tek şiir kitabı:

Hasretinden Prangalar Eskittim (1968)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ahmet HAŞİM



1883 - Bağdat
1933

 

Bağdat'ta doğdu. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey'in oğludur. Çocukluğu Bağdat'ta geçti. 12 yaşında annesinin ölümü üzerine babasıyla birlikte İstanbul'a geldi. Galatasaray Lisesini bitirdi. Öğretmenlik yaptı. Çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. Şiirleri, Servet-i Fünûn, Âşiyan, Muhit ve Dergâh gibi ünlü dergilerde yayımlandı. Sembolist ve empresyonist etki ve izler taşıyan şiirler yazdı. "Akşam şairi" olarak tanındı.

ESERLERİ:

Şiirleri: Göl Saatleri, Piyale.
Fıkra ve Sohbet:Bize Göre,Gurabahane-i Laklakan
Gezi:Frankfurt Seyahatnamesi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ahmet KABAKLI



Mayıs 1924 - Elazığ
8 Şubat 2001 - İstanbul

 

1924 yılı mayıs ayında Elazığ Harput'un Göllübağ'ında doğdu.Harput Sarayhatun Camii imamlığı yapan Ömer Efendi ile Münire Hanım'ın oğludur. Çocukluğu Harput yakınlarında Göllübağ denilen bölgede geçti. Elazığ Numune Mektebi'nde ilk tahsiline başlayan (1931) Kabaklı, orta ve lise tahsilini Elazığ'da yaptı. 1944 yılında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu parasız yatılı imtihanını kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü'nde yüksek tahsilini tamamladı. Diyarbakır ve Manisa Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı. 1956 sonbaharında bir yıllık eğitim stajı için MEB tarafından Paris'e gönderildi. Dönüşünde İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü edebiyat öğretmenliğine tayin edildi (1958-1969). Bu arada Aydın'da iken başladığı Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi (1955-1960). 1969'dan itibaren İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'nda öğretim üyesi olarak çalıştı. 1974'de emekliye ayrıldı. Daha sonra Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nda edebiyat dersleri verdi (1975). Türk Edebiyatı Cemiyeti Başkanı ve Türk Edebiyatı Dergisi'nin yönetmenliğini yaptı. MEB ve sivil toplum kuruluşları tarafından Ahmet Kabaklı'ya 1997 yılında Şeyhül Muharririn payesi verildi.1956 yılında Tercüman gazetesinin fıkra yarışmasını iki kişiyle birlikte kazandı ve aynı gazetede yazı hayatına başladı. 1957'den 1990 yılına kadar Tercüman gazetesinde, 1990'dan bu yana da Türkiye gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.8 Şubat 2001 tarihinde İstanbul'da öldü.

ESERLERİ:

Kültür Emperyalizmi, Müslüman Türkiye, Mabet ve Millet, Mehmet Akif, Yunus Emre, Mevlana, Bizim Alkibiaadis, Ecurufya, Sohbetler 1-2, Temellerin Duruşması 1-2, Güneydoğu Yakından, Şiir İncelemeleri, Doğudan Doğuş,Türk Edebiyatı 5 Cilt, Alperen, Millete Vurulan Canlı Pranga: Bürokrasi, Sultanuşşuara Necip Fazıl,

Hikmet, Ejderha Taşı, Şair-i Cihan Nedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ahmet OKTAY



1933 - Ankara

 

Ahmet Oktay 1933 yılında Ankara'da doğdu. Yazmaya çok erken başladı: ortaokul sıralarında. İlk şiiri, 1949-1950 yılları arasında Gerçek dergisinde yayımlandı. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya başladı. Ahmet Oktay, 1950'li yıllarda ikinci yeni hareketine öncülük ettiği söylenebilecek olan Mavi Hareketi içinde yer aldı ve aynı adlı dergide yazıları ve şiirleriyle etkin bir rol oynadı. 1961 yılında Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda "parlamento muhabiri" olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. Ankara Ekspres, İktisat ve Piyasa, Vatan gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştıktan sonra 1965 yılında TRT Haber Merkezi'nde çalışmaya başladı. 1976 yılında, siyasal iktidar değişince TRT'den istifa ederek Akajans, ardından da Dünya gazetesi haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. 1978'de yeniden TRT'ye döndü. 1982'de buradan emekliliğini isteyip ayrıldı. Daha sonra Milliyet gazetesine geçti. 1993 Şubat'ında müdürlerinden biri olduğu Milliyet'in yazı işlerinden ayrılarak kendini tümüyle yazmaya verdi.

Yapıtları:

Şiir: Gölgeleri Kullanmak (1963), Her Yüz Bir Öykü Yazar (1964, Yeditepe Şiir Ödülü), Dr. Kaligari'nin Dönüşü (1966), Sürgün (1979), Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi (1981), Kara Bir Zamana Alınlık (1983), Yol Üstündeki Semender (1987, Behçet Necatigil Şiir Ödülü), Ağıtlar ve Övgüler (1991, Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Şairi Ödülü), Bir Sanrı ıçin Gece Müziği (1993), Toplu Şiirler (1995), Gözüm Seğirdi Vakitten (1996), Söz Acıda Sınandı (1996), Az Kaldı Kışa (1996), Hayalete Övgü (2001).

İnceleme/Araştırma: Bir Yazı'nın Arayışları (1981), Yazın, İletişim, İdeoloji (1982), Yazılanla Okunan (1983), Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları (1986), Kültür ve İdeoloji (1987), Toplumsal Değişme ve Basın (1987), Karanfil ve Pranga (1990), Raffaello'nun Direnişi (1990), Zamanı Sorgulamak (1991), Kabul ve Red (1992), Şair ile Kurtarıcı (1992), Sanat ve Siyaset (1993), Cumhuriyet Dönemi Edebiyat-1923/1950 (1993), Türkiye'de Popüler Kültür (1993), Medya ve Hedonizm (1995), Şiddet, Söz, Yaşam (1995), İnsan, Yazar, Kitap (1995), İsrafil'in Sûr'u (1997), Şeytan, Melek, Soytarı (1998), Siyasal İslama İtirazlar (2000), Modernist Tahayyüle İtirazlar (2000), Şairin Kanı (2001).

Anı/Anlatı: Gizli Çekmece (1991).

Günlük: Gece Defteri (1998).

Oyun: Kurt Dişi (1971 ve 1973 yıllarında Devlet Tiyatroları'nda sahnelendi).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ahmet Hamdi TANPINAR



23 Haziran 1901 İstanbul
23 Ocak 1962 İstanbul

 

Ahmet Hamdi Tanpınar 23 Haziran 1901'de İstanbul'da doğdu. Babası Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanımdır. Tanpınar'ın dedesi müftü, babası kadıdır. Mızrakçıoğulları veya Müftüzâdeler diye bilinen aile aslen Batumlu'dur. Geniş Osmanlı coğrafyasında değişik yerlerde görev yapan Hüseyin Fikri Efendi, en son Antalya kadılığından emekli olmuş ve 1935 yılında vefat etmiştir. Tanpınar'ın annesi ise Trabzonlu Kansızzadeler ailesinden deniz yüzbaşısı Ahmet Beyin kızıdır.Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çocukluğu babasının vazifesi gereği farklı yerlerde geçmiştir. Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya gibi farklı coğrafya ve kültürlerde çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçiren Tanpınar, bu süre içinde hem bir imparatorluğun dağılışını hem de annesini kaybetmenin acısını yaşamıştır.Ergani'den sonra geldikleri İstanbul'da ilk tahsiline Ravza-i Maarif İptidai Mektebinde başlayan Tanpınar, 1908-1910 yılları arasında kaldığı Sinop'ta devam etmiştir. İstanbul'da iki memuriyet arası kaldıkları için Vefa Lisesi'nde başladığı lise hayatını Kerkük ve Antalya Liselerinde sürdürmüştür.
Liseden sonra Mondros Mütarekesi şartlarının yaşandığı İstanbul'da önce Halkalı Ziraat Mektebi'ne yatılı olarak kaydolan Ahmet Hamdi Tanpınar, burada bir yıl okuduktan sonra kaydını Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne aldırmıştır. Onun edebiyatı seçmesindeki en büyük etken Yahya Kemal'in burada ders veriyor olmasıdır. Fakültenin kadrosunda bulunan Cenap Şahabettin, Ferit Kam, Hüseyin Daniş, Necip Asım, Fuat Köprülü, Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem ve Yahya Kemal devrin önemli sanat ve ilim adamlarıdır. Yine sınıf veya devre arkadaşları arasında bulunan Hasan Âli Yücel, Mustafa Nihat Özön, Halil Vedat Fıratlı, Mükrimin Halil Yinanç, Necmettin Halil Onan, Rıfkı Melûl Meriç ve Mehmet Halit Bayrı da daha sonraki yıllarda başarılı olacak ve önemli görevlere gelecek kişilerdir.1920 yılında Tanpınar henüz 19 yaşındayken Celâl Sahir'in yayımladığı Birinci Kitap, İkinci Kitap adlarını taşıyan şiir dergisinde çıkan Musul Akşamları isimli şiiri onun yayımlanan ilk şiiridir.1921-23 yıllarının en önemli yayın organlarından biri olan Dergâh dergisi onun için ikinci bir fakülte olmuştur. Yahya Kemal, Necmettin Halil, Ali Mümtaz Arolat, Yunus Kâzım Köni, Nurullah Ataç, Ahmet Kudsi Tecer, Mustafa Şekip Tunç, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Ahmet Haşim Dergâh çevresinin sanatkârlarıdır. Tanpınar'ın Dergâh dergisinde 11 şiiri çıkmıştır.Tanpınar, Fakültenin son yıllarına doğru Yahya Kemal'in verdiği bilgilerle Batı edebiyatından Baudelaire, Verlaine, Mallarmé gibi şairlerle Anatole France, Hoffmann, Edgar Allan Poe, Gerard de Nerval, Andre Gide, Marcel Proust, Dostoyevski ve Goethe gibi romancıların eserlerini okur. Fakat ona asıl etkiyi yapacak olan Paul Valéry'dir. Ahmet Hamdi Tanpınar, 1923 yılında Şeyhî'nin ?Husrev u Şirin? mesnevisi hakkında hazırladığı bir tez ile Edebiyat Fakültesinden mezun olur. Aynı yıl Erzurum Lisesinde edebiyat öğretmenliğine başlar. Bir buçuk yıl süren bu görevi boyunca yayımladığı yazı veya şiiri yoktur. Erzurum ona Beş Şehir'in Erzurum kısmı için ilk malzeme olacaktır. Erzurum'dan sonra Konya'ya gelen Tanpınar burada Variété I isimli eseriyle Valéry'yi tanır. Onun şiir estetiğinin kuruluşunda Valéry'nin önemli yeri vardır. Aynı yıllarda Konya'da yapılan bir Mevlevî âyininde Itrî'nin rast bir bestesini dinleyen Tanpınar bir taraftan da klâsik Türk mûsikisinin o ana kadar kendisine kapalı olan cennetine girmiştir.1927 yılında Ankara Lisesine nakledilen Tanpınar, burada Faruk Nafiz Çamlıbel ve Fakülteden arkadaşı Rıfkı Melûl Meriç ile beraber çalışmıştır. Okulda Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet ve Samet Ağaoğlu gibi öğrenciler vardır. Üç yıl burada görev yaptıktan sonra Gazi Terbiye Enstitüsü edebiyat hocalığına getirilir. 1930-1932 arasında bulunduğu Enstitü'nün Musiki Muallim Mektebi'nde Batı müziği ile alâkalı ne kadar plâk varsa hepsini dinleme imkânı bulmuştur.Ahmet Hamdi Tanpınar 1932'de Kadıköy Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilir. 1933'te Ahmet Haşim'in ölümüyle Güzel Sanatlar Akademisi sanat tarihi hocalığına nakledilir. Bir yıl sonra bu görevine estetik ve mitoloji hocalığı da ilave edilir. Bu arada Bağlarbaşı Amerikan Koleji'nde Türk edebiyatı dersi okutur. Akademide resim ve diğer plâstik sanatlar hakkında bilgisini genişletir.1938 yılında ciğerlerinden geçirdiği bir hastalık sebebiyle uzun bir süre hastanede yatar. Bu rahatsızlık ömrünün sonuna kadar onu etkilemiştir.1938 yılı kasım ayında İsmail Habip Sevük ile yaptığı bir kavga basında geniş bir şekilde işlenmesiyle onu bütün memlekete tanıtmıştır. Bu tartışmanın ayrıca onu kitap yazmaya teşvik edici bir rolü olmuştur. 1939 yılında Tanzimat'ın 100. yılı vesilesiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü kurularak başına profesör olarak tayin edilmiştir.1940 yılında 39 yaşındayken Kırklareli'nde topçu teğmeni olarak askerliğini yapmıştır.1943 seçimlerinde Tanpınar Maraş milletvekili olarak Meclise girer.1946 seçimlerinde CHP'den aday gösterilmeyen Tanpınar'a Millî Eğitim Bakanlığı müfettişliği verilir. İki yıl bu görevde kaldıktan sonra önce Güzel Sanatlar Akademisi Estetik hocalığına, bir yıl sonra da Fakültedeki görevine döner. Bu arada Cumhuriyet'te tefrika edilen ve büyük değişikliklerle kitap haline getirilen Huzur romanı ve aynı yıl çıkan XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi ile sanatkâr ve ilim adamı olarak sanat ve ilim sahalarında kendine mühim bir yer edinmiştir.Çeşitli vesilelerle Avrupa'ya gidip gelen ve bir süre kalan Tanpınar, son üç yılda Yahya Kemal, Hasan Âli Yücel ve Mükrimin Halil Yinanç'ın ölümüyle sarsılmış, 1962 yılı ocak ayında derslerinin bir kısmına gelememiş, 23 Ocakta toplanan Fakülte Kurulunda bir fenalık hissederek Haseki Hastanesi'ne kaldırılmıştır. Geçirdiği enfaktüs sonucu sabaha karşı 04.40'da hayatını kaybetmiştir.Tanpınar, Rumelihisarı Mezarlığında Yahya Kemal'e yakın bir yere defnedilmiştir.

ESERLERİ :

Hikaye kitapları: Abdullah Efendinin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955), Hikayeler (1983).

Romanları: Huzur (1949), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962), Sahnenin Dışındakiler (1973), Mahur Beste (1975), Aydaki Kadın (1987).

Denemeleri: Beş Şehir (1946), Yahya Kemal (1961), Edebiyat Üzerine Makaleler (1969), Yaşadığım Gibi (1970). Monografi:XIX. Asır Türk Edebiyat Tarihi (1949). "Ahmet Hamdi Tanpınar' ın Mektupları"nı da Zeynep Kerman derledi (1974; genişletilmiş ikinci basım, 1992).

 

 

 

 

 

 

 

 

Ahmet Kutsi TECER



1901 - Kudüs
1967 - İstanbul

 

Ahmet Kutsi Tecer 1901 yılında Kudüs'te doğdu, 1967'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bir süre öğretmenlik yaptı. Sivas Milli Eğitim Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı yüksek öğrenim müdürlüğü, Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, Devlet Konservatuarı Müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1950'de UNESCO Merkez Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Yurda döndükten sonra öğretmenlik ve öğretim görevlisi olarak çalıştı. Hece ölçüsü ile halkçı anlayışla yazdığı duygusal, içten şiirleriyle tanındı.

ESERLERİ :

Şiirler (1932), Tüm Şiirleri (1980)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Alev ALATLI



1944 - İzmir

 

1944’de, İzmir'de dünyaya geldi. Ankara'da başladığı ilkokulu, babasının mesleği dolayısıyla ülkenin muhtelif okullarında tamamladı. Ortaokuldan sonra da babasının ateşemiliter olarak Tokyoya gönderilmesi Alev Alatlı'nın da Tokyo macerasını başlattı. Lise'yi Amerikan Kolejinde bitirdi. Daha sonra Türkiye'ye döndüler ve Alatlı üniversiteyi de Ortadoğu Teknik Üniversitesi Ekonomi-İstatistik bölümüne girdi.

Üniversite'yi bitirdikten sonra yüksek lisans yapmak üzere Amerika'ya gitti. Daha sonra doktorasını Felsefe üzerine verdi. Alatlı bu dönemde ilgi duymaya başladığı Düşünce Tarihi ve İlahiyat üzerine Türkiye'ye döndüğünde 5 yıl araştırmalar yaptı. Bu dönemde İstanbul Üniversitesi ve DPT'de görev aldı. Daha sonra Universty of California, Berkeley'in Türkiye'de yürüttüğü bir psiko-dilbilim projesinin İstanbul ayağını üstlendi. Cumhuriyet Gazetesi ile ortak "Bizim English" isimli, Türkçe temelli bir İngilizce öğretim dergisi çıkardı. YAZKO yazarlar kooperatifinde görev aldı. 1984 yılında hep yapmak istediği bir işi yapmak için eve çekildi ve yazmaya başladı.

Basılan ilk romanı "Yaseminler Tüter mi Hala?" Ocak, 1985’de çıktı. "Yaseminler Türer mi Hala?" Eleni olarak doğan, Naciye’ye dönüşen, Türk kocasına dört çocuk doğurduktan sonra Eski Hisar göçmeni bir Anadolu Rum’u ile evlenen bir kadının sahiciye yakın hikayesidir.

İkinci kitabı, "İşkenceci" bir yıl sonra geldi, 1986. Burada da "şiddet"i ve şiddetin türevi "işkence"yi irdeledi - Türkiye toplumunun şiddete yatkınlığına işaret etti.

Yazar bu eserden sonra Türkiye Psikoloji de denilebilecek eserler meydana getirmeye başladı. Bu bağlamda "Or'de kimse varmı?" adlı dört ciltlik kitabını yayımladı. Yazar bu kitap hakkında şunları söylüyor: "Or’da kimse var mı? Benim sorduğum bir soruydu. Bu düşündüklerimi sadece ben mi düşünüyorum diye bir soru. Gördük ki, hayır, kitap 1992’de basıldı, o zamandan beri her yıl sessiz sedasız yeni bir baskı yapıyor. Or’da ne çok insan varmış, meğer! Dörtlü, 1970-1990 arası Türk ruhunun cenklerini anlatır - sosyalizmle, sosyal demokrasiyle, ülkücülükle, İslamiyetle, Kürtçülükle cenklerini. Bu arada da trajik bir kadın, Günay Rodoplu, kimselere dert anlatamadan ömrünü tamamlar. Dert anlatamadan, çünkü Günay Rodoplu, hiç farkında değildir ama "fuzzy"dir. "Fuzzy" yani çokdeğişkenli mantık, yani, yeni fizik, yani kaos teorisi, Kelebek Etkisi. "Hem solcuyum hem de sağcı" dediği için dışlanmış, ne Şiran’a ne de Selahattin’e yar olamamıştır, mesela. Zamanın toplumu "Holistic" ya da "bütüncül" düşünceden çok uzaktır onun için kadına kıyarlar."

Yazarın son kitabı iki ciltlik "Schrödinger’in Kedisi". Kitap "2035 Türkiye’sine dair, fütüristik bir bilim kurgu değil, bilimi temel alan kurgu" olarak değerlendiriliyor yazar tarafından. Dinden, eğitime, ekonomiden, aile yaşamına kadar, bilimdeki yeni gelişmeler ışığı altında ülkemize neler olabileceğini anlatıyor kitap.

ESERLERİ :

Yaseminler Tüter mi Hala? (1985), İşkenceci (1986), Or'da kimse varmı? (1992), 'Hayır!' Diyebilmeli İnsan (2005), Aydın Despotizmi (2002), Aydınlanma Değil, Merhamet! - Gogol' un İzinde I.Kitap (2004), Dünya Nöbeti - Gogol' un İzinde II. Kitap (2005), Hatırla! / Geçmişin Geleceğindir, Kadere Karşı Koy A.Ş. (2002), Nuke Türkiye (2001), O.K. Musti Türkiye Tamamdır (2001), Schrödinger'in Kedisi (1999), Şimdi Değilse Ne Zaman? (2006), Valla Kurda Yedirdin Beni (2001), Viva La Muerte! Yaşasın Ölüm! (2001), Eylül 1998, Safsata Kılavuzu Laf Ola Beri Gele (2001)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arif DAMAR



1925 - İstanbul

 

Günümüz şairlerinden. Çanakkale, Karainebeyli köyünde doğdu. İstanbul'da Yenikapı Ortaokulu'nu bitirdi. Anadolu'da bir süre memurluk yaptı. Sonunda bir kitabevi açtı. Toplumsal sorunları şiirleştirdi.

ESERLERİ :

Günden Güne, İstanbul Bulutu, Kedi Aklı, Saat Sekizi Geç Vurdu, Alıcı Kuş, Seslerin Ayak sesleri, Alıcı Kuşu Kardeşliğin, Ölüm Yok ki, Ay Ayakta Değildi -Acı Ertelenirken (seçme şiirler) Günden Güne - Yoksulduk Dünyayı Sevdik, Onarırken Kendini, İstanbul Bulutu ile 1959 Yeditepe Şiir Armağanı'nı aldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aşık Veysel ŞATIROĞLU



1894 - Sivas
1973 - Sivas

 

Veysel Şatıroğlu, 1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Veysel’in dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Ama, bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir, olağandışıdır. Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar Ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiş Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür.

Veysellere yörede “Şatıroğulları” derler. Babası “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel’in dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır. Veysel’den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.

Yedi yaşına girdiği 1901’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.”

Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler: Kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor. Bunu eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor: “Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı... Yeşili de elleriyle bulur ve severdi.”

Sağ gözünün görme şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar. Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni’nde doktor varmış. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada gözünü açacak bir doktor var” demişler. Sevinmiş babası.

Ne var ki, olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel’in. “Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece.”

Ali adında bir ağabeyisi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış Veysel’in. Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hale. Bundan böyle bacısı elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar Veysel’i. Gittikçe içine kapanmaktadır Veysel. Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas’ın bu âşığı/ozanı bol diyarında, Veysel’in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş. Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini takarmış.

İlk saz derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) almış. Kendini de iyice saza vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel’i. Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.

“Âşık Veysel’in hayatında ikinci mühim değişiklik seferberlikte başlamıştır. Kardeşi Ali de cepheye gitmiş, küçük Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmıştır. Harp patladıktan sonra Veysel’in bütün arkadaşları, emsalleri cepheye koşuyorlar. Veysel bundan da mahrum...

Böylece münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva da açılmıştır. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun ediyor. Artık küçük bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır.”

O günlerini Aşık Veysel şöyle anlatır Enver Gökçe’ye;

“Eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile farır gibi oldum.”

Bunda biraz Anadolu’da “erkek oğlan” olgusunun etkisi varsa, daha çok Veysel’in vatanseverliğinin, vatana olan borcunu ödeme duygusunun ağırlığı vardır. Sonradan şöyle dizeleştirir bunu:

“Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına.

Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel’in başına.”

Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar. Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor... Veysel’in acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talihsizlikler üst üste gelmeye başlıyor. 1921’in 24 Şubat’ında annesi bir gün ondan onsekiz ay sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de bir çok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler. Köy odalarındaki bu âşık fasıllarından Veysel de geri kalmamaktadır.

Ağabeysi Ali’nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakması için bir azap (hizmetkar) tutuyorlar. Bu hizmetkar ileride Veysel’in bağrında açılacak başka yaranın sebebi olacaktır. Bir gün Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de keven toplamakta iken, Veysel’in ilk eşi olan Esma’yı kandırarak kaçırıyor bu yanaşma. Veysel’in acılı yaşamına bir acı daha ekleniyor böylece.

Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel’in kucağında henüz altı aylık kızı varmış. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel onu, ne çare o da yaşamamış.

Bir şiirinde dile getirdiği gibi:

“Talih çile kadar sözü bir etmiş,
Her nereye gitsem gezer peşimde.”

Bin katmerli acılar silsilesi kısacası.

“O artık alemden, bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh haleti içindedir. 1928’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana’ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Sivas’ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde birisi âşığı bu ilk seyahatinden vazgeçiriyor. Veysel’i dinleyelim:

“Bu adam, saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim, ‘ah kivra, çoluk çocuk ağlaşıyor, gel gitme’ diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten vazgeçtim.”

Veysel’in köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara’nın Barzan Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşıyorlar. Kendisini Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman, Sivas’lı Kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı ediyorlar. Dönüşte Veysel, Hafik’in Yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor; Sivas’tan Sivrialan’a dönerlerken arkadaşları bir “üç kağıtçı” grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar. Arkadaşları Veysel’in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar. Veysel bu hadiseden bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evleniyor.”

1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kuruyorlar. Ve 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenliyorlar. Böylece Veysel’in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başlıyor. Denebilir ki, Veysel için A.Kutsi Tecer’le tanışması hayatında yeni bir başlangıcı işaretliyor.

1933’e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söylüyor. Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde A. Kutsi Tecer’in direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler düzmüşler. Bunlar arasında Veysel de var. Veysel’in günışığına çıkan ilk şiiri böylece “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası”... dizesiyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkması oluyor.

O zaman Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey, Veysel’in bu destanını çok beğeniyor, “Ankara’ya gönderelim” diye istiyor. Veysel de “Ata’ya ben giderim” diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola düşüyor. Karakışta yalınayak, başı kabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya geliyorlar. Veysel Ankara’da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir kalıyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor. Eşi Gülizar Ana: “Ata’ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur...” diyor. Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başlıyor, seviliyor, saygı görüyor.

O günleri şöyle anlatıyor: “Köyden çıktık. Yaya olarak Yozgat köylerinden Çorum-Çankırı köylerinden geçip üç ayda Ankara’ya gelebildik. Otele gitsek para yok. ‘Nere gidek? Nasıl Edek?” diye düşünüyoruz. Dediler ki: “Burada Erzurumlu bir Paşa Dayı var. O adam misafirperverdir.” O zamanlar Dağardı diyorlardı, (şimdiki Atıf Bey Mahallesi) orada ev yaptırmış Paşa Dayı. Gittik oraya. Adamcağız hakikaten misafir etti. Birkaç gün kaldık o zaman, Ankara’da, şimdiki gibi kamyon filan yok. Bütün işler at arabalarıyla görülüyor. At arabaları olan, Hasan Efendi adında bir adamla tanıştık. O, bizi evine götürdü. Kırkbeş gün Hasan Efendi’nin evinde kaldık. Gideriz, gezeriz, geliriz; adam yemeğimizi, yatağımızı, herşeyimizi sağlar. Dedim ki: -‘Hasan Efendi biz buraya gezmek için gelmedik! Bizim bir destanımız var. Bunu, Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz! Nasıl ederiz? Ne yaparız?’

Dedi ki: -‘Vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim. Burada bir milletvekili var. Adı Mustafa Bey, soyadını unuttum. Bu işi ona anlatmak gerek. Belki size o yardımcı olabilir.’

Gittik Mustafa Bey’e derdimizi anlattık. Öyle böyle bir destanımız var. Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz. ‘Bize yardım et!’ dedik.

Dedi ki: -‘Amaan! Şimdi şaire falan önem veren yok. Kıyıda köşede çalın çağırın. Geçin gidin!’

-‘Yok öyle değil dedik. Biz destanımızı okuyacağız, Mustafa Kemal’e!’

Milletvekili Mustafa Bey, ‘okuyun da bir dinleyeyim bakayım’ dedi. Okuduk dinledi. O zamanlar Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’yle konuşacağını söyledi. ‘Yarın bana gelin!’ dedi. Gittik. ‘Ben karışmam’ dedi. Sonunda kesti attı. Biz ordan döndük geldik. ‘Ne yapsak?’ diye düşünüyoruz. Sonunda, ‘Matbaaya biz gidelim’ dedik. Saza, tel alıp takmak eski telleri yenilemek de gerekti. Ulus Meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar Karaoğlan Çarşısı diyorlardı. Saz teli almak için Karaoğlan Çarşısı’na yürüdük.

Ayağımızda çarık. Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak.! Efendim polis geldi: -‘Girmeyin’ dedi. ‘Çarşıya girmek yasak!’ Bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.

Polis: -‘Yasak diyoruz. Siz yasaktan anlamaz mısınız? Orası kalabalık. Kalabalığa girmeyin!’ diye diretti.

-‘Peki girmeyelim’ dedik. Polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik. Adam geldi, arkadaşım İbrahim’e çıkıştı. –‘Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum. Beynini patlatırım senin!’ diye çıkıştı.

-‘Beyefendi biz dinlemiyoruz! Biz çarşıdan saz teli alacağız!’ dedik. O zaman polis, İbrahim’e: -‘Tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. Git telini al!’ Neyse gitti İbrahim teli aldı geldi. Tel taktık. Ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. Sonunda matbaayı bulduk.

-‘Ne istiyorsunuz?’ dedi müdür.

-‘Bir destanımız var. Gazeteye vereceğiz!’ dedik.

-‘Çalın bakayım; bir dinleyeyim!’ dedi. Çaldık dinledi!

- ‘Ooo! Çok iyi’ dedi. ‘Çok güzel.’

Yazdılar. ‘Yarın gazetede çıkar’ dediler. ‘Gelin de gazete alın!’ Orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler. Sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık. Çarşıya çıktık. Polisler:

- ‘Oooo! Âşık Veysel siz misiniz? Rahat edin efendim! Kahvelere girin! Oturun!’ dediler. Bir iltifat başladı ki sormayın! Çarşıda bir zaman gezdik. Fakat yine Mustafa Kemal’den ses yok. Dedik: ‘Bu iş olmayacak.’ Amma Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde destanımı üç gün birbiri üstüne yayınladılar. Mustafa Kemal’den yine ses çıkmadı. Köye dönmeye karar verdik. Fakat cebimizde yol paramız da yok. Ankara’da bir avukatla tanışmıştık.

Avukat: - ‘Ben belediye başkanına bir mektup yazayım. Belediye sizi köyünüze parasız gönderir!...’ dedi. Elimize bir mektup verdi. Belediyeye gittik. Orada bize dediler ki: - ‘Siz sanatkâr adamsınız. Nasıl geldinizse öyle gidersiniz!’

Döndük avukata geldik. ‘Ne yaptınız?’dedi. Anlattık. ‘Durun bir de valiye yazalım!’ dedi. Valiye de dilekçe yazdı. Valiye dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu. Belediyeye ilettik. Belediye bize: -‘Yok!’ dedi. ‘Paramız yok! Sizi gönderemeyiz!’ dedi.

Avukat içerledi ve kahretti: - ‘Gidin! İşinize gidin!’ dedi. ‘Ankara Belediyesi’nin sizin için parası yokmuş; tükenmiş!’ dedi. Acıdım avukata.

‘Nasıl edelim? Ne edelim?’ derken bir de ‘Halkevi’ne uğrayalım bakalım. Belki oradan bir şey çıkar’ diye düşündük. Mustafa Kemal’e gidemiyok. Halkevine gidek. Bu defa, Halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. Orada dinelip duruyorduk.

İçeriden bir adam çıktı: -‘Ne geziyorsunuz burada? Ne yapıyorsunuz?’ diye sordu.

-‘Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar!’ diye cevap verdik.

-‘Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu!’ dedi.

O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi. Orada: -‘Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler. Halkevinde bazı milletvekilleri varmış. Şube müdürü onları çağırdı: -‘Gelin halk şairleri var, dinleyin.’ dedi.

Eski milletvekillerinden Necib Ali Bey: -‘Yahu dedi bunlar fakir adamlar. Bunlara bakalım. Bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. Pazar günü de Halkevinde bir konser versinler!’

Hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. Biz de o Pazar günü Ankara Halkevi’nde bir konser verdik. Konserden sonra cebimize para da koydular. Ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük.

Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin:

“Mecnunum, Leyla’mı gördüm
Bir kerrece baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti
Soramadım bir çift sözü
Ay mıydı gün müydü, yüzü
Sandım ki zühre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti.
Ateşinden duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti.
Bilmem hangi burç yıldızı
Bu dertler yareler bizi
Gamzen oku bazı bazı
Yar sineme çaktı geçti..
İzzetî, bu ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Zülüflerin kement etmiş,
Yar bonuma taktı geçti.” şiiridir.

Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapıyor. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor.

1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağlanmıştır.

21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu.

Âşık Veysel’in yaşamını özetlemek gerekirse, Erdoğan Alkan’ın şu betimlemesi en güzel cümleleri oluşturur: “Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas topraklarını terkeder. Bir yay çizip Kayseri’yi, Nevşehir’i, Kırşehir’i, Ankara’yı ve Çorum’u sular, Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür, Âşık Veysel’in yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra’dadır, bir ucu da Zara’da. Bafra’ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona erer.”

SANATI

Dünya Görüşü

Hem yaslandığı köy / kasaba kültürünün etkisi hem de çağdaş anlamda bir eğitim olanağından yararlanamamanın getirdiği doğal sonuçla, köy / kırsal kesiminin kaderci dünya görüşü onda da egemendir. Bunları söylerken, Veysel’in içerisinde bulunduğu ruh halinin de değerlendirilmesinden yanayım. Kuşkusuz, çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadığı bir yığın olumsuz etkinin, yaşama bakışını, onu nasıl bir küskünlüğe ittiğini görmezden gelemeyiz.

Bir sanatçının dünya görüşünü elbette, yaşadığı sosyal çevre belirler. Bunu biraz daha somutlaştırırsak, içerisinde yaşadığı maddi yaşam koşulları belirler. Âşık Veysel’in yaşadığı sosyal çevre, köy ile kasaba kültüren sahip, ekonomik anlamda tarıma dayalı, kapitalizm öncesi üretim biçimleri egemen, sanayileşme sıfır... Bir de ekonomik yapının paralelinde, eğitim-öğretim gibi etkenlerin düşüklüğü, savaştan yeni çıkmış bir toplumun ekonomik ezikliği eklenip, çiçekten telef olan insanların coğrafyası düşünülürse, Veysel’i biçimlendiren sosyal çevre çok kolay anlaşılır. Bir de toplumsal / sosyal çevrenin yazılı kültürden uzaklığı, bütün edebi / sanatsal birikimini sözlü kültürüyle oluşturduğu gerçeği gözardı edilmezse, bu koşullar içerisindeki sanatçı tipinin anlaşılması daha kolay olur. Bu sosyal çevreye, üstüne üstlük bir de göz gibi bir organını yitirmiş insanın fiziki eksikliği eklenirse Veysel’i anlamak, şiirlerini de yerli yerine oturtmak daha kolay olur.

Gözlerinin görmeyişi, onu bütünüyle etkilemiştir. Öyle ki:

“Kuş olsan da kurtulmazdın elimden
Eğer görsem idi göz ile seni”

Derken Âşık Veysel’in bu anlamda duyduğu hasretin ne kadar derin olduğu kolaylıkla anlaşılır.

Adnan Binyazar, Veysel’deki görme eksikliğini, onun dizeleriyle yorumlarken “bal”a “tuz” katılmıştır diye vurguluyor.

Gerçi Âşık Veysel çoğu kere olumsuzluklardan feleği suçlu bulup, sebebi orada ararken; öte yandan okul gibi, fabrika gibi, hastane gibi hayatta somut işlerliği olan atılımların, pozitif unsurların şiirini de yazar. Bu bakımdan ondaki feleğe yaslanmayı, kaderciliği bilimin karşısında bir kadercilik, körükörüne bir saplantı olarak algılamamak gerekir.

“Dünya tebdil oldu durum değişti,
Kimi aya gider kimi cennete”

derken, onun bilimsel gelişmelere kulak kabartırken, karşılaştırma yaptığı etkenleri de değerlendirme bakımından ciddi bir perspektif oluşturduğunu görürüz, “ay” ve “cennet” kavramlarını bir bakıma iki değişik inanma biçimi anlamında kullanıyor o.

Sonra bir başka şiirinde:

“Dünyanın en zengin aklını gördüm
Sermayesin sordum dedi ki okul.
İnsanlara hizmet yaptığın yardım,
Merhametin duygum dedi ki okul.
Sudan ateş yapan en güzel sanat
Dünyayı ışığa kaplarsın kat kat
Fikriyle mi ettin bunları icat
Rehberim oldu dedi ki okul.
Bu bir keramet mi yoksa hüner mi
Göz görmezse gönül buna kanar mı
Öksüz tarlada sapan döner mi
Eker biçer motor dedi ki okul.
Kanat takar gökyüzünde uçarsın
Denizleri müdanasız geçersin
Soğuğu yağmuru nasıl seçersin
Rasathane kurmuş dedi ki okul.
Çeşitli taşıtlar bir de trenler
Hekim olup her yareyi saranlar
Bunu sen mi yaptın yoksa erenler
Daha neler yapar dedi ki okul.
Radyo hayrete düşürdü beni
Her dilden biliyor yok amma cam,
İlim akıl fikir yaratmış bunu
Lambası dalgası dedi ki okul.
İnsanlar kafası bunları bulan,
İlimdir dünyada hakikat olan
Bütün bu işlerin temelim kuran
İnan buna Veysel dedi ki okul” diyor.

Bu ve bu türden başka örnekler, Âşık Veysel’deki tanrı / felek gibi doğaötesi kavramların bir bağnazlık ya da tek çareymiş gibi gösterilmediğini belirtiyor. Bu bakımdan onda herhangi bir katılık göremeyiz. Esnektir, hoşgörüdür.

Zaman zaman umutsuzluk ve hiçlik duygusuna kapılsa da Veysel, büsbütün yaşama sarılmayı elden bırakmaz. Yaşamı anlama ve anlamlandırma çabası sürekli ağır basar. Ayrıca “ahiret” kavramı da ondan derin değildir.

“Âşık Veysel’in belirgin bir felsefesi var mıydı?” sorusuna Ruhi Su şu yanıtı veriyor: “Felsefe sözcüğü ile toplumun içinde Veysel’in önerdiği ya da benimsediği bir düşünce biçimi var mıydı diye soruyorsanız, vardı elbet. Bütün iyi niyetli, babacan insanlarımız gibi, o da çalışmayı öğütlerdi. Yerine göre, geleneklerimize bağlı kalmayı önerdiği de olurdu. Kendi inancı sevgiye, hoşgörüye ve insanın yaratıcı gücüne dayanan bir inançtı, ama toplumdaki gelişmeler hakkında ne düşündüğü sorulduğu zaman, ne söylemesini istediklerini sezecek kadar da akıllıydı.”

Veysel’in bir özelliği de şu: Dinî şekilciliğin baskısına dayanmaması onu kırmaya çalışması, Allah ile samimi, senli benli olması. Daha doğrusu Bektaşi geleneğine bağlılığı... Tanrıya hitap şiirinde olduğu gibi:

“Kainatı sen yarattın
Her şeyi yoktan var ettin
Beni çıplak dışar attın
Cömertliğin nerde senin.”

Nejat Birdoğan, “Kimi şiirinde Veysel’i düşünce olarak coşkulu, ozan olarak henüz yetersiz buluruz. Aslında bu tür şiirlerinin daha sonrakilerinde bile bir ozandan çok bir toplum eğitmeni Veysel’i görürüz. Bu çalışmalarında Veysel cumhuriyetin korunmasında ve ulus bütünlüğüne yardımcı olarak şiiri bir araç gibi görür. Davranışlarında da böyledir. Düşünce olarak tertemiz bir adamın eylemlerinde de namuslu, çalışkan olduğu ve özellikle doğru tanılara başvurduğu gözlenir. Kızılırmak üzerinde Kaplan Deresi Köprüsü’nü köy köy dolaşıp para toplayarak yaptırması ondaki bu sorumluluğun bir göstergesidir.

Ama bize kalırsa Veysel’den en olgun şiirler insanı ve insanla ilgili öğeleri konu alan şiirlerdir. Bu deyişlerde Veysel, insanın kaynağından başlayarak bir gövdede canlanmasını, bu süre içerisinde nasıl çalışması, nasıl davranması gerektiğini ve bu yolun sonunda gene kaynağına dönmesini anlatır. Bir başka tanımla tasavvuf ozanı Veysel vardır bu deyişlerde. Bağlı olduğu inancın ıssız bir Anadolu köyünde kendisine aşıladığı bu duygular, Veysel’de gönül gözü ile geliştirilmiş, Veysel Aleviliğin büyük sırrını gönlünde çözmüştür.” diye değerlendirmektedir.

Batıl inançlara, çağdışı tutuma karşı olan Veysel, bu konuda da oldukça duyarlıdır.

“Devri Cumhuriyet asırı yirmi
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
Dünya ayaklanmış aya gidiyor
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş

Bırak sar’öküzü varsın yayılsın
Set çekme gözlere herkes ayılsın
Her köşeye bir fabrika kurulsun
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş

Yürüyen yolcuyu çekme geriye
Dikkat eyle karıncaya arıya,
Gidiş böyle kavuşaman huriye
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
Zarar gelmez sana kaçınma sazdan
Günahın korkusu çıkmıyor bizden
Vazgeç demiyorum sana namazdan
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
Destekle fakiri okut yetimi
Bu hayırlar dinimizce kötü mü
İdrak eyle hidrojeni atomu
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
Dökülen yağmurun kilogramı,
Ölçmüş biçmiş metre midir kare mi
Çok yatarsın azdırırsın yaramı
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
Göklere fırlıyor bu kadar füze
Bu işler bir ibred değil mi bize
İstiyor aydaki sırları çöze
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
Allah’ın varlığı mevcut insanda
İlim akıl fikir sermaye sende
Çalıştır gemiyi otur dümende
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
Hiçbir şey bilmezsin dik biraz kavak
Boş gezene derler serseri savak
Yumma gözlerini dünyaya bir bak
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
Veysel ne durursun herkes gidiyo
Zaman uymaz, sen zamana uy diyor
Fen çok büyük kerameti yutuyor
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.”

Bu şiiri bile tek başına yukarıda onun hakkında vurguladığım belirlemeleri aydınlatacak niteliktedir. Görüldüğü üzere, o toplumdaki değer yargılarını hayatın somut gerçekleriyle örneklendirerek eleştiriyor. Taraf oluyor burada Veysel. Bilimden yana, aydınlıktan yana, gelişmeden, somut gerçeklerden yana taraf oluyor. “Bırak sar’öküzün varsın yayılsın” derken, “Dünyanın sarı öküzün boynuzları üzerinde durduğu” inancıyla alay ediyor. Gözlerine set çekme diyor. Sonra, Tanrı’yı insanlaştırıyor, Allah’ın varlığı mevcut insanda” diyor.

“Ancak, temel görüşlerine, açısına bakacak olursak, Veysel, bir toplumcu bilinç açısıyla, bilinçli bir toplumcu ozan açısıyla yanaşmamıştır bu konuya. Veysel kendisine doğal gelen bu ayrıcalıkları Tanrıya, kadere ve doğal gibi gördüğü birtakım güçlere atfetmiştir. Karşısına aldığı toplumsal düzen değil, doğal düzendir.”

“Onun sanatı var olanı öven, mevcuda kanaat eden romantik sanattır” türünden vurgulamalarla Veysel’i dar çerçevede ele almanın, kestirmeden yargıda bulunmanın ne Âşık Veysel’i anlamaya katkısı olacaktır, ne de bu vurgulamayı yapan araştırmacılarda gözlendiği üzere, geleneği ve geleneği sürdürenlerin çok yetkin oldukları savını kanıtlamaya. Oysa Âşık Veysel, yaşamıyla, yaptıklarıyla, şiirleriyle vardır. Değerlendirmelerimizi bu somut gerçeklikten hareket ederek yaparsak, anlamlı bir katkıda bulunmuş olabiliriz.

Yukarıdaki vurgulamalarda da değindiğim gibi, Âşık Veysel içerisinde bulunduğu kültürel ortam açısından köy-kasaba mekânında yetişmiş, bu çevrenin değerleriyle örgütlenmiş bir sosyal düzenin insanıdır. Köylülüğün getirdiği tipik bir özellik de, tutarsızlıktır. Onun içerisinden çıktığı kültürün terimiyle söylersek “vefasızlık” onda da görülür. Özellikle, onun gelişmesinde, tanınmasında, sesinin ve sözünün yaygınlaşmasında büyük katkısı olan Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi kurumlara karşı Veysel, yaşadıkları sürece sahip çıkmış, övgüler dizmiştir, ama onlar kapatılınca pek oralı olmamış, tepki göstermemiştir. En büyük zaafı da budur.

Gelenek ve Âşık Veysel

Bütün halklar da olduğu gibi, Türkler’in de en eski sanat ürünleri büyüsel törenlerden kaynaklanmaktadır.

Türk Edebiyatı tarihine ilişkin mükemmel denebilecek kaynakların bulunmayışı, biraz geniş bir alana yayılmalarından ve hareket halinde olmalarından kaynaklanıyorsa da, biraz da yazılı edebiyatının çok geç tarihlerde oluşmaya başlamasından ileri gelmektedir. Hatta, Türk Edebiyatı ve tarihine ilişkin en eski belgeleri de Çin kaynaklarından öğreniyor olmamız da bunu açıkça gösteriyor. “En eski Türk şairleri – Tonguzlar’ın Şaman, Mogol ve Boryatlar’ın Bo veya Bugue, Yakutlar’ın Oyun (Ouioun), Altay Türkleri’nin Kam, Samoitler’in Tadibei, Finovalar’ın Tietoejoe, yani bakıcı, Kırgızlar’ın Baksı-Bakşı, Oğuzlar’ın Ozan dedikleri –sahir-şair’lerdir. Sihirbazlık, rakkaslık, mûsikişinâsilik, hekimlik gibi birçok vasıfları kendilerinde toplayan bu adamların, halk arasında büyük bir yer ve ehemmiyetleri vardı. Muhtelif zaman ve mekanlarda bunlara verilen ehemmiyet derecesi, kıyafetleri, kullandıkları mûsiki aletleri, yaptıkları işlerin şekli tabiî değişiyor; fakat semadaki ma’butlara kurban sunmak, ölünün ruhunu yerin dibine göndermek, fenalıklar, hastalıklar ve ölümler gibi fena cinler tarafından gelen işleri önlemek, hastalıkları tedavi eylemek, bazı ölülerin ruhlarını semaya yollamak, hatıralarını yaşatmak gibi muhtelif vazifeler hep ona aittir. Bütün bu muhtelif işler için tabiî muhtelif ayinler vardı. Bunların bir kısmı unutulmakla, yahut şekil değiştirmekle beraber, bir kısmı hâlâ Kırgızlar’da, Altaylar’da, Kazaklar’da yaşamaktadır. Şaman yahut baksı, bu ayinlerde istiğrak hâline gelerek birtakım şiirler okur ve onları kendi mûsiki aletiyle çalar, beste ile beraber olan ve sihirli bir mâhiyeti haiz sayılan bu güfteler, Türk şiirinin en eski şeklini teşkil etmektedir.”

Bu ayinlerde kullanılan müzik aletlerinden biri davulsa, kuşkusuz diğeri de kopuzdur. Abdülkadir İnan XI. yüzyıl tarihçilerinden Gardizi’ye dayanarak, Eski Yenisey Kırgızları’nın şaman ayinlerinde saz çaldıklarını belirtir. Abdülkadir İnan “Bugünkü Kırgız Kazak baksıları kopuz kullanırlar. Eski Oğuzlar’da, İslam’dan sonra, şamanizm geleneklerini devam ettiren ozan’lar kopuzu mübarek saymışlardır. Dede Korkut her hikayede kopuzu ile meydana çıkıyor, ad verirken, dua (alkış) ederken hep kopuz çalıyor; Oğuz kahramanı kopuzun sesinden kuvvet alarak mücadelede galip oluyor.” der.

Bizim ozanlarımızın çaldıkları çalgının bu ayinlerde kullanıldığını gösteren kanıtlar fazlasıyla vardır. XIV-XV. yüzyıllardan yazıya geçirildiği sanılan, Dede Korkut Hikayelerinde de kopuza ilişkin kutsal davranışların varlığını görüyoruz. “Uşun Koca Oğlu Segrek Boyu” adlı hikayede: “-Bre kâfir, Dedem Korkut’un kopuzunun hürmetine (adına), çalmadım! dedi, eğer elinde kopuz olmasaydı, ağamın başı için, seni iki parça kılardım! Çekti kopuzu elinden aldı.” diye geçmektedir.

Bütün ilkel topluluklarda görüldüğü üzere, eski Türk topluluklarında da ozan ya da kam, baksı gibi adlarla anılan bu kişilikler, söz söylemeye, saz / kopuz / davul çalma gibi yeteneklerin yanısıra, büyücülük, hekimlik vb. çeşitli görevleri de üzerlerinde toplamışlardır. Bu bakımdan da toplum üzerinde oldukça etkindirler.

İş bölümünün yaygınlaşması ozan, kam, baksı gibi toplumun ileri gelen ve birçok işi birarada yürüten bu kişiliklerini de değiştirmiş, dinsel törenler için din adamları, sağaltım için hekim, vb. meslekler gelişmiştir.

“İslamiyet’in kabulü ile terkedildiği düşünülen Ozan-Baksı geleneğinin, beş asır sonra birdenbire İslami biçimde ortaya çıkması kanaatimizce mümkün değildir.” diyen Prof. Dr. Umay Günay, bunu şöyle açıklıyor: “Bu edebiyatın geçiş devri ile ilgili örneklerin şimdiye kadar tespit edilememiş olması şansızlıktır. İslamiyet’in kabulünden sonra yeni bir yurt edinme gayreti ve mücadelesi içinde olan Türklerin bu dönemde yeni dini benimseme ve yayma çabası ile bugün Tekke Edebiyatı adı ile anılan tarzda eser vermeleri ve bunlara daha çok itibar etmeleri makul bir düşüncedir. Ancak unutulmamalıdır ki bu konudaki ilk eserlerde Arap-Fars edebiyatından daha sonraki yüzyıllarda alınan nazım şekilleri ve nazım unsurları ile değil, milli nazım şekillerimiz ve unsurlarımız dahilinde meydana getirilmiştir. Ozan-baksı geleneği ile bu arada bir ölçüde Tekke tarzında tesirli olurken diğer taraftan yok olmama çabası göstermiş ve kendi kural ve kalıplarını daima sahip olduğu bir esnekliği kullanarak yeni şartlara uydurmuştur. XV. yüzyılda yazıya geçirildiği XI-XII. yüzyıllarda teşekkül ettiği kabul edilen Dede Korkut hikayelerindeki ozan tipi ve şiir icra geleneği ayrıca hikaye kahramanlarının zaman zaman karşılaştıkları olayları ve duygularını anlatmak için sazlarını ellerine alarak deyişler söylemeleri XVI. asırdan günümüze kadar izlediğimiz Âşık Edebiyatından farklı değildir. Ozan-Baksı geleneğinin hususiyetlerinden olan büyücülük, hekimlik, din adamlığı gibi hususiyetler İslamiyet’ten sonra terkedilmiştir. Âşıklar eğitimciliği ve sanat temsilciliğini üstlenmiştir.”

Âşık olarak adlandırılan sanatçı tipi, şiir, nazım ve düz yazı karışımı bir öykü çeşidinin yaratıcısı olarak tanımlanmakta. Boratav: “... Bir yönüyle eski destan (épopé) geleneği sürdüren, ama başka bir yönüyle, adının da belirttiği gibi “sevda şiirleri” (lirik türden şiirler) söylemekle görevlenmiş bir sanatçıdır. Onun yaratıcılığı irtical iledir: Şiiri yazmaz, söyler. Onda şiir müzikten ayrılmaz; demek ki sadece söylemez, çalar ve çağırır. Âşıklar düz konuşma biçiminde söylemekle şiir söylemeyi dilden söylemek ve telden söylemek deyimleriyle ayırırlar; bununla Âşık’ın şiirini söylerken sözlere eşlik eden müzik aracının, sazın, Âşık’ın şiirlerinden ayrılmaz bir öğe olduğu anlatılmak istenir.” diyor ve ekliyor: “Demek ki Âşık şiiri sözlü gelenekte oluşan ve gelişen bir sanattır; müzikten ayrı düşünülmeyeceği, bir kerteye kadar “seyirlik-dramatik” öğeleri olan “katışık” bir anlatı sanatını kapsar.”

Âşık Veysel’i bu gelenek içerisinde düşündüğümüzde, Âşık Edebiyatı’nda gördüğümüz ve giderek bir Âşık Edebiyatı esası olan bade içme / buta alma kavramının onda görülmediğini, usta-çırak ilişkisinin de, yaşam öyküsü bölümünde de ayrıntılı olarak görüldüğü gibi, Âşık Veysel’de bir yol gösterme biçiminde ortaya çıktığını, gelenekle öyle içiçe bir durum sergilemediğini görürüz. Gelenekte görülen usta-çırak ilişkisi, bir ustanın yanında hem sazı öğrenmek ve geleneği öğrenmek hem de bir süre birlikte dolaşmakla belirir. Âşık Veysel’de durum pek böyle değildir. Örneğin, Âşık Veysel bade içmemiştir. Badesiz Âşıktır. Günümüzde bile kimi Âşıkların yakıştırdığı Pir elinden dolu içmek gibi bir ayrıcalığı da olmamıştır. Âşık Veysel’de Âşık Edebiyatı’nda gördüğümüz esaslardan biri olan hikaye anlatma da yoktur. Âşık karşılaması olan atışma, muamma asma ya da çözme gibi geleneğin içerisinde olan olgularla da pek oralı değildir Âşık Veysel. Onun kimi atışmaları vardır ama, bunlar da gelenek içerisinde görülen tipte değildirler.

Gerçi Âşık Veysel, halk şiirimizde önemli yere sahip kimi ozanların adlarını anarak, (Karacaoğlan, Dertli, Yunus soyum var / Mansur’a benzeyen bazı huyum var) bu geleneğe bağlılığını dile getirir ama, onun bu dile getirmesi geleneksel halk şiirinde görüldüğü türden bir dile getirme değildir. Hatta bir şiirinde:

“Elimden bir dolu içtim
Türlü türlü derde düştüm.”

diyerek bade içme geleneğiyle çağrışım yaratsa da, gerçekte o anlamda bir işlevi yoktur bu dizelerin. Adnan Binyazar’ın biraz daha ileri giderek “Veysel’de “dolu içmiş”, Hak aşığı ozanlar kuşağına katılmıştır.” vurgulaması bu bakımdan aşırı abartma sayılmalıdır.

Kurt Reinhard “Sivas Vilayeti Âşık Melodi Tipleri” başlıklı çalışmasında, Âşık Veysel Ekolü olarak nitelendirilen ve Orta Anadolu bölgesini içeren Âşık ezgilerini anonim halk türküleri ve ezgilerinden farklı olarak şöyle ifade etmektedir.” Âşık ezgileri, güftenin mısralarında sayısıyla bağlantılıdır. Doldurma veya tekrar edilen kelimeler açık biçimde telafuz edilmektedir. Ezgilerde belli motifler sık sık tekrarlanmakta, türkülerde sazın belli bir bölümü kullanılmaktadır. Türkülerde ani bitiş veya yavaşlayarak sona ulaşmak büyük ölçüde sazı icra edenin arzusuna ve sanatına bağlıdır. Âşık ezgilerinde sol sesi ana ton olmakla beraber lâ ve mi seslerinin ana ses tonu olarak kullanıldığı örnekler vardır.

Âşık ezgileri, konuşma uslûbunun ağır bastığı ezgiler ve ezgilerin ağır basıp konuşma uslûbunun gerilediği iki gruptan oluşur. Konuşma ritmine ayak yaygın olarak benimsendiği örneklerde ezgi yavaşlar ve konuşma ritmine ayak uydurur. Ezgi çok kere güftenin arkasındadır, bu uslûpta önemli olan sözlerin anlaşılması olduğu için ezgiden zaman zaman feragat edildiği olur. Sözlerden ziyade ezgilerin ağır bastığı tiplerde ise, bir hece birden fazla nota ile seslendirilir, ezgilerin kazandığı bu tipte ise, güfteler bir ölçüde daha zor anlaşılır durumdadır.”

Bu durumda şu çıkıyor karşımıza: Birincisi, Âşık Veysel bizim klasik anlamda algıladığımız âşık değildir, ikincisi gelenek Âşık Veysel’e kırılmıştır.

Ahmet Kutsi Tecer bu konuda ilginç bir benzetme ve değerlendirme yapıyor.

“Âşık Veysel’de Veysel Şatıroğlu dirilirken, Veysel Şatıroğlu’nda Âşık Veysel bitiyor. Tanzimat’tan gelenlerle onun farkı, gelenekten çıkageldiği için, bir ses farkıdır. Onun teli bize göre bağlanmıştır. Tanzimat’ın teli taklit bir bağlanmadır; evvelkisine “düzen”, ikincisine “akort” dediğimiz gibi, Veysel bir bakıma, öbür çağdaşlarını okumuş gibidir; mesela, Ceyhun Kansu, Veysel’i ne kadar okumuşsa, Şatıroğlu da Ceyhun’u o kadar okumuştur. Veysel’le çağdaşları arasında o kerte birbirini çeken taraflar vardır. Ceyhun Kansu ile Faruk Nafız Çamlıbel ne kadar birbirinden ayrı ise, Şatıroğlu da çağdaşlarından bu tarzda ayrılır. Onu diğerlerinden ayıran taraf, demin de belirttiğim gibi, Tanzimat geleneği yerine, halk şiiri geleneğinden çıkmasıdır. Veysel Şatıroğlu, Âşık Veysel’le halk şiiri geleneği yaşamış ve “bugün”e oradan gelmiştir.”

Âşık Veysel’in kanımca en büyük özelliği burada geleneği kırmasında çıkıyor karşımıza. İlk dönem ürünlerinde görülen zayıflık, ağır didaktik yan da böylece arınıyor.

Ancak, şunu da yabana atmamak gerekiyor; onu büsbütün gelenekten de soyutlamayız. Enver Gökçe’nin dediği gibi: “Halk şairlerimizin eserlerinde ortak özellikler olan saz-söz ayrılmazlığı klasik şark edebiyatının estetiğinde önemli bir yer tutan idalizim meyli ve bu meylin halk şiirinde işleyen mücereretlik vasfı Âşık Veysel’in sanatında da egemen unsurlardır. Kısaca Âşık Veysel, tabiatı duyuşu, duyarlılığı dini bir zümreye bağlı egemen bir karakteri olmamasına rağmen mistik tarafları, kainat, varlık, yaratılış anlayışı ile geleneğe bağlı bir saz şairidir.”

Âşık Veysel, hem gelenektir böylece, hem de yenidir. Bunu ileride şiirleri üzerinde dururken de daha ayrıntılı olarak göreceğiz; o bunu kendiliğinden yapmıyor; bir bilinç zorluyor onu buraya. Örneğin, Alevi kültüründe yetişmesine, babasının tekke geleneğine bağlı olmasına karşın Âşık Veysel diğer tüm Alevi ozanlarda görülen duvaz imam söylemiyor; tek bir şiirinde şah sözcüğü, oniki imam geçmiyor. Oysa, sonuçta Âşık Veysel’in çıkığı yer bu kültür, gezip dolaştığı köylerin büyük çoğunluğu Alevi köyü. Yine onu çağdaşı olan Ali İzzet Ukan’da hiç de böyle değildir. Hatta, Pir Sultan’ın “Şah’a gidelim” dizesini, “yare gidelim” diye değiştirmeye kalkacak kadar bir kararlılık vardır onda. Demek ki Âşık Veysel’i bilinçli olarak çevresindekiler bu konuda da ta başından koşullandırılmışlardır ya da kendisi böyle bir ilkeyi yaşam felsefesi olarak seçmiştir. Nasıl olursa olsun, Veysel, bu anlamda sıkı bir insandır. Bir nokta daha var, köy ve kır ozanı olmaktan alabildiğine uzak durması. Doğaya yönelik motifleri, imgeleri alabildiğine kullanmasına karşın, Veysel köyden dışarı çıkıyor. Onun yaşamını, yazgısını yönlendiren başka bir sosyal çevre var: Kasaba.


ESERLERİ

En güzel şiirlerinden bazılarını ölümünden hemen önce yazdı. Şimdi Şarkışla’da her yıl adına bir şenlik yapılır. Türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de var. Şiirleri, Deyişler (1944) , Sazımdan Sesler (1950) , Dostlar Beni Hatırlasın (1970) isimi kitaplarında toplandı. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984) adıyla eserleri tekrar yayınlandı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Attila İLHAN



15 Haziran 1925 - İzmir
11 Ekim 2005 - İstanbul

 

Attila İlhan 1925'te İzmir'in Menemen ilçesinde doğdu.İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı, gazete ve dergilerde çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığından Ankara'da Bilgi Yayınevi Danışmanlığına geldi (1973-1980). Senaryolarında Ali Kaptanoğlu adını kullandı. Belli başlı filmleri: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Şimdi İstanbul'da bağımsız yazar.

ESERLERİ :

ŞİİR: Duvar (1948) Sisler Bulvarı (1954) Yağmur Kaçağı (1955) Ben Sana Mecburum (1960) Bela Çiçeği (1962) Yasak Sevişmek (1968) Tutkunun Günlüğü (1973) Böyle Bir Sevmek (1977) Elde Var Hüzün (1982) Korkunun Krallığı (1987) Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)

ROMAN: Sokaktaki Adam (1953) Zenciler Birbirine Benzemez (1957) Kurtlar Sofrası (1963/64) Bıçağın Ucu (1973) Sırtlan Payı (1974) Yaraya Tuz Basmak (1978) Fena Halde Leman (1980) Dersaadet'te Sabah Ezanları (1981) Haco Hanım Vay (1984) O Karanlıkta Biz (1988)

GEZİ NOTLARI : Abbas Yolcu (1957)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aziz NESİN



1915 - İstanbul
1995 - İstanbul

 

Günümüz yazarlarından. İstanbul'da doğdu. Kuleli Askeri Lisesi'ni, Harb Okulu'nu bitirdi. Subaylıktan sonra fıkra yazarlığı yaptı. Gazetelerde çalıştı. Sabahattin Ali ile peşpeşe Marko Paşa, Malum paşa, Merhum Paşa, Alibaba ve tek başına Zübük adlı mizah dergilerini çıkardı. Düşün Yayınevi'ni kurdu.

Yapıtlarında, çarpıklıkları başarılı ironik bir dille anlattı. Doğruları, aydınlık bir dünya özlemi içinde dile getirdi. Son zamanlarında, yazı ve demeçleriyle tam bir aydınlanma savaşçısı görevini üstlendi.

Başlıca Kitapları :

Geriye Kalan, İt Kuyruğu, Yedek Parça, Fil Hamdi, Damda Deli Var, Koltuk, Toros Canavarı, Ölmüş Eşek, Gıdı Gıdı, Biz Adam Olmayız, Sosyalizm Geliyor Savulun, Hayvan Deyip Geçme, Nah Kalkınırsın.

Romanları :

Kadın Olan Erkek, Zübük, Şimdiki Çocuklar Harika, Tatlı Betüş, Sürname, Tek Yol.

Bunun dışında sayısız anı, masal, fıkra ve oyunu vardır. 1972'de Nesin Vakfı'nı kurdu. Yurt içinde ve dışında birçok ödül aldı. Demirtaş Ceyhun'un "Çağımızın Nasrettin Hoca'sı Aziz Nesin (1984)" adlı, yazar hakkında bir kitabı vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU



1913 - Giresun
21 Eylül 1975 - İstanbul

 

Türk ressam, şair ve yazarı. Görele'de doğdu. Yüksek öğrenimini Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nde tamamladıktan sonra Paris'te iki yıl süreyle öğrenim gördü. Yurda dönüşte Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmalarınan başladı. Bir süre Amerika'da kaldı. Dönüşte gene Akademi'de profesör olarak görevini sürdürdü. Ressam olarak büyük bir ün sağladı.
Sanat yaşamına 1928 yılında Muhit dergisinde yayımladığı şiirleri ile başladı. Çok genç yaşlarında iken bir gazetenin açtığı hikaye yarışmasını kazandı. Kimi gazetelerde ve dergilerde çeşitli konularda yazılar, sanat ve özellikle şiir ve halk sanatı üzerinde eleştiriler yazdı.
Şiirlerinde halk türküleri, halk edebiyatı kaynaklarından büyük ölçüde yararlandı. Arı türkçe ile kolay okunan, akıcı aydınlık bir anlatımı vardır.

ESERLERİ:

Resim: Paris, 1930; Mustafa Eyüboğlu, 1933; Yazılı Natürmort, 1936; Salı Pazarı, 1938; Eren, 1940; Nallanan Öküz, 1947; Düşünen Adam, 1953; Köylü Kadın (Tren-Yataklı Vagon), İstanbul Resim ve Heykel Müzesi; Karadut Satıcısı, 1954; Çömelmiş Köylü, 1972; Ankara'nın Kavakları, 1973; Mor Takkeli Hacı, 1974; Son Kahve, 1975; Anadoluhisarı, Ankara Resim ve Heykel Müzesi; Çıplak; Ev İçi, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi; Han, 1975; son resmi.

Duvar Resmi: Lido Yüzme Havuzu'nda duvar resmi; 1943, Ortaköy/İstanbul; Hilton Oteli'nde duvar resmi; Divan Oteli'nde duvar resmi.

Mozaik Pano: Uluslararası Brüksel Sergisi için mozaik pano, 1958; Nato yapısında mozaik pano, 1959, Brüksel; İşçi Sigortaları Hastanesi'nde seramik pano, 1959, Samatya/İstanbul; Etibank yapısında seramik pano, Ankara; Marmara Oteli'nde mozaik pano, Ankara; Vakko Fabrikası'nda mozaik pano, Topkapı/İstanbul.

Duvar Kabartması: Manifaturacılar Çarşısı'nda duvar kabartması, Unkapanı/İstanbul; Aksu İşhan'ında duvar kabartması, Karaköy/İstanbul.

Şiir: Yaradana Mektuplar, 1941; Karadut, 1948; Tuz, 1952; Üçü Birden, 1953; Dördü Birden, 1956; Karadut 69, 1969; Dol Karabakır Dol, 1974, tüm şiirleri; Yaşadım, (ö.s.), 1977.

Gezi ve Deneme: Cânım Anadolu, 1953; Tezek, 1975; Delifişek, 1975; Resme Başlarken, (ö.s.), 1977.

Monografi: Nazmi Ziya, 1937. Resim Albümü: Binbir Bedros, (ö.s.), 1977, Karadut, (ö.s.), 1979; Babatomiler, (ö.s.), 1979.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Behçet NECATİGİL



16 Nisan 1916 - İstanbul
13 Aralık 1979 - İstanbul

 

Behçet Necatigil¸16 Nisan 1916'da İstanbul'da doğdu. İlkokula 1923'te Beşiktaş Cevri Usta Mektebi'nde başladı. Son sınıfı Kastamonu'da Erkek Muallim Tatbikat Mektebi'nde tamamladı (1927). Kastamonu Lisesi'nde başladığı ortaöğrenimini, hastalığı nedeniyle burada sürdüremedi, 1931'de Kabataş Lisesi'ne kaydoldu. 1936'da aynı lisenin edebiyat kolunu birincilikle bitirdi. Yüksek Öğretmen Okulu'na girdi. Aynı okulun kontenjanından Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı bölümüne devam etti. Temmuz 1937'de "Deutscher Akademischer Austauschdienst"in davetlisi olarak Berlin'e gitti. Dört ay Berlin Üniversitesi dil kurslarına devam etti. 1940'ta edebiyat öğrenimini başarı ile tamamladı. Necatigil, Kars Lisesi'nde başladığı (1941) edebiyat öğretmenliği görevini Zonguldak Lisesi'nde (1942-43) sürdürdü. Bu dönemde yazdığı şiirleri Varlık'ın dışında Gençlik ve Oluş dergilerinde de yayınlandı. Bu şiirlerinin bir bölümünü ilk kitabına aldı. Ekim 1943- Kasım 1945 arası askerlik görevini yedek subay olarak İzmir'de yaptı. Dönüşünde öğretmenlik görevini Pertevniyal Lisesi'nde, Kabataş Erkek Lisesi'nde (Ocak 1946) daha sonra da (1960) İstanbul Eğitim Enstitüsü'nde sürdürdü. Askerliği sonrası İstanbul'a dönen Necatigil; Fahir Onger, Oktay Akbal, Naim Tirali ve Fazıl Hüsnü Dağlarca ile dostluklar kurdu. Fahir Onger, Oktay Akbal ve Salah Birsel ile "Yenilikler" dergisini çıkardı (Şubat 1946). Ekim 1972'de emekli oldu. 13 Aralık 1979'da İstanbul'da öldü.

ESERLERİ :

ŞİİR :

Kapalı Çarşı (1945), Çevre (1951), Evler (1953), Eski Toprak (1956), Arada (1958), Dar Çağ (1960), Yaz Dönemi (1963), Divançe (1965), İki Başına Yürümek (1968), En/Cam (1970), Zebra (1973), Kareler Aklar (1975), Beyler (1978), Söyleriz (1980)

DÜZYAZI :

Bile/Yazdı (1979)

RADYO OYUNLARI :

Yıldızlara Bakmak (1965), Gece Aşevi (1967), Üç Turunçlar (1970), Pencere (1975)

ARAŞTIRMA/İNCELEME :

Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (1960, 17. basım, 1998), Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü (1979).

 

 

 

 

 

 

 

 

Bülent TEKİN



1954 - Mardin

 

1954 yılında Mardin'in Derik ilçesinde doğdu. İDMMA(Galatasaray) Kimya Mühendisliği ve ODTÜ(Gaziantep Kampusu) İnşaat Mühendisliği mezunudur. Edebiyatçılar Derneği, BESAM, TYS ve PEN üyesidir. Halen Gırgır Dergisinde yazmaktadır.

ESERLERİ :

Kızıldan Sarıya(şiir), Tarih Tarih Olsun(şiir), Sevdanla Yaşayacaksan(şiir), Kral Situ'nun Hikâyesi(roman), Barışla Güzeldir Sevdam(şiir), Feyyo'nun Felsefesi(roman), Ölümü Vurmak Güneşi Öpmek(şiir), Bir Türkiye Çıkmazı(deneme).

 

 

 

 

 

 

 

 

Cahit KÜLEBİ



1917 - Tokat
1997 - Ankara

 

Günümüz şairlerinden. Tokat'ın Zile ilçesi Çeltek Köyü'nde doğdu. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Böümü'nü bitirdi. Antalya ve Ankara'da edebiyat öğretmenliği, Milli Eğitim müfettişliği yaptı, kültür ateşesi ve öğrenci müfettişliği görevlerinde bulundu. Kültür Müsteşar yardımcılığı ve başmüfettişlikten sonra görevinden ayrılıp, Türk Dil Kurumu genel Yazmanlığından emekliye ayrıldı. Şiirlerinde arı, duru bir dil kullandı, halk şiiri memleket ve insan sorunlarını halk şiiri öğeleriyle de yararlanan modern bir dille anlattı.

ESERLERİ :

Adamın Biri, Rüzgar, Atatürk Kurtuluş Savaşında, Yeşeren Otlar, Süt, Şiirler, Yangın.

Bunlardan sonra Bütün Şiirleri yayınlandı. Şiir üzerine yazılarını Şiir Her Zaman adlı kitapta topladı.

Yeşeren Otlar ile Türk Dil Kurumu 1955 Edebiyat Ödülü'nü, Yangın ile 1981 Yeditepe şiir Ödülü'nü aldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Cahit Sıtkı TARANCI



1910 - Diyarbakır
1956 - Viyana

 

Türk şairi. Diyarbakır'da doğdu. Bir süre Mülkiye Mektebi'nde okudu. Fransa'ya gitti. Orada Siyasal Bilgiler Okulu'nda okurken İkinci Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine yurda döndü. Anadolu Ajansı'nda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nde görev aldı. Tedavi için gittiği Viyana'da öldü.
İlk şiirlerini 1930 yılında Muhit ve Servetifünun dergilerinde yayımladı. Otuz Beş Yaş adlı şiirinin ödül almasıyla, ismi çok geniş bir çevrede duyuldu.
Şiirlerinde genel olarak biçime ve görünüşe düşkündür. Türkçeyi cana yakın bir görüntü içinde, pırıl pırıl aydınlık kelimelerle kullandı. Yaşamanın, sevinin güzelliğini öven şiirlerinde insana mutluluk aşılayan bir havayı başarı ile işledi.

ESERLERİ :

Ömrümde Sükut, Düşten Güzel, Sonrası, Ziya'ya Mektuplar.

 

 

 

 

 

 

 

 

Can YÜCEL



1926 - İstanbul
12 Ağustos 1999 - Datça

 

Can Yücel, 1926'da İstanbul'da doğdu. Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış olan ünlü kültür adamı Hasan-Âli Yücel’in oğludur.

Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı.

Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum’da turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu.

Can Yücel, 1945-1965 yılları arasında `Yenilikler`, `Beraber`, `Seçilmiş Hikayeler`, `Dost`, `Sosyal Adalet`, `Şiir Sanatı`, `Dönem`,`Ant`, `İmece` ve `Papirüs` adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları `Yeni Dergi`, ‘Birikim`, `Sanat Emeği`, `Yazko Edebiyat` ve `Yeni Düşün` dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965`ten sonra siyasal konularda da ürün verdi. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkum oldu. 1974’de çıkarılan genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı.

1962'de İngiltere'deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.

Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekip koğuşturmaya uğrayan Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında `Yazma` adlı kitapta toplamıştır.

Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. Can Yücel'in ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. 'Maaile' şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir: eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. 'Küçük Kızım Su'ya', 'Güzel'e', 'Yeni Hasan'a Yolluk', 'Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim' bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır.

Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi ünlü yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına, Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına tam olarak bağlı kalmasa da son derece başarılıdır. Shakespeare'in ünlü 'to be or not to be' sözünü 'bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin' şeklinde türkçeleştirmiştir. 1959'da ilk baskısı yayımlanan 'Her Boydan' adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçe'ye çevirmiştir.

Son yıllarında Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`e hakaretten yargılanan Yücel, 18 Nisan seçimlerinde ÖDP`nin İzmir 1. sıra milletvekili adayı oldu. 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'ya gömüldü.

ESERLERİ :

Yazma (1950) Her Boydan (1959, Çeviri Şiirler) Sevgi Duvarı (1973) Bir Siyasinin Şiirleri (1974) Ölüm ve Oğlum (1976) Şiir Alayı (1981, ilk dört şiir kitabı) Rengâhenk (1982) Gökyokuş (1984) Beşibiyerde (1985, ilk beş şiir kitabı) Canfeda (1985) Çok Bi Çocuk (1988) Kısa Devre (1990) Kuzgunun Yavrusu (1990) Gece Vardiyası (1991) Güle Güle-Seslerin Sessizliği (1993) Gezintiler (1994) Maaile (1995) Seke Seke (1997) Alavara (1999) Mekânım Datça Olsun (1999)

 

 

 

 

 

 

 

 

Cemal SÜREYA



1931 - Erzincan
9 Ocak 1990 - İstanbul

 

Cemal Süreya 1931'de Erzincan'da doğdu. Asıl adı Cemal Süreyya Seber'dir. 1938'de Dersim isyanı sonrasında ailece Bilecik'te oturmaya mecbur edildi. Bu göçün altıncı ayında annesini yitirdi. İlkokulu okumak için İstanbul'daki amcasının yanına geldi. Beyoğlu 37. İlkokulu'nda öğrenimine başladı. Bilecik Ortaokulu'nu bitirdi (1947). Parasız yatılı sınavını kazanarak lise öğrenimi için İstanbul'a geldi. 1950 yılında Haydarpaşa Lisesi'ni, 1954 yılında da Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Evlendi. Eskişehir vergi memurluğuna atandı. Altı ay sonra müfettişlik sınavını kazandı, İstanbul'a taşındı. Bir süre Paris'te kaldı. Dönüşünde Maliye Müfettiş Yardımcılığı yaptı (1955-58). 1957'de, babasını trafik kazasında kaybetti. Görevini Maliye Müfettişi olarak sürdürdü. 1965'te maliye müfettişliğinden istifa etti.1965-71 yılları arasında yayıncılıkla uğraşan ve çok sayıda kitap tercüme eden Cemal Süreyya, "Papirüs" adlı dergiyi çıkardı. 1971 yılında tekrar memuriyete döndü. Maliye Tetkik Kurulu üyeliği, Darphane yöneticiliği ve maliye müfettişliği yaptı. 1982'de emekli oldu.Duygularının seyrine kapılıp, "Gitti gider yüreğim" misali yaşamıştır. Şiirleri de böyledir. Bir mısrada, bir dünya duyguyu, bir destanı damıtmıştır. Onun bir mısrasına takılıp; aşkı, hayatı, hüznü, yaşanmışlığı anlayabilir insan. Nasılsa aşkları öyledir hayatı. Düz yazıları, eleştiri yazıları, mektupları ve çocuk yazıları vardır Cemal Süreyya'nın. En çok çocuklar için yazdığı yazılarda kendisini ele verir. İçinde cıvıl cıvıl bir çocuk vardır. Ve bu çocuğun beyninin bütün kapıları dünyaya açıktır. Cemal Süreyya zamansız aramızdan ayrılan çok duyarlı bir şairdi. 9 Ocak 1990'da öldü.

ESERLERİ :

ŞİİR

Üvercinka (1958; Yeditepe Şiir Armağanı) Göçebe (1965; 1966 TDK Şiir Ödülü) Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973) Sevda Sözleri (Uçurumda Açan ile birlikte toplu şiirleri: 1984) Sıcak Nal ve Güz Bitigi (1988; Behçet Necatigil Şiir Ödülü) Sevda Sözleri (bütün şiirleri: 1990, ö.s; YKY 1995)

DÜZYAZI

Şapkam Dolu Çiçekle (1976) Günübirlik (1982) Onüç Günün Mektupları (1990, ö.s.; YKY 1998) 99 Yüz (1991; YKY 2004) 999. Gün / Üstü Kalsın (1991) Folklor Şiire Düşman (1992) Uzat Saçlarını Frigya (Günübirlik’in yeni basımı: 1992) Aydınlık Yazıları / Paçal (1992) Oluşum’da Cemal Süreya (1992) Papirüs’ten Başyazılar (1992) Günler (999. Gün’ün genişletilmiş basımı: YKY 1996) Güvercin Curnatası (Cemal Süreya ile konuşmalar: haz. Nursel Duruel, YKY 1997; genişletilmiş basımı: YKY, 2002) Toplu Yazılar I: Şapkam Dolu Çiçekle ve Şiir Üzerine Yazılar (YKY 2000)

ANTOLOJİ VE ÇEVİRİLERİ

Cemal Süreya iki antoloji (Mülkiyeli Şairler ve 100 Aşk Şiiri) hazırladı; Simone de Beauvoir’dan Sade’ı Yakmalı mı? (1966; YKY 1997), Gustave Flaubert’den Gönül ki Yetişmekte (Duygusal Eğitim) ve Antoine de Saint-Exupéry’den Küçük Prens (Tomris Uyar’la birlikte) başta olmak üzere, pek çok çeviri yaptı. Çeviri şiirleri (Yürek ki Paramparça, haz. Eray Canberk, YKY 1995) ve Çocukça dergisi için yazdığı yazılar (Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, haz. Necati Güngör, 1993; YKY 1996) derlendi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Cemil MERİÇ



2 Aralık 1916 - Hatay
13 Haziran 1987 - İstanbul

 

2 Aralık 1916'da Hatay Reyhanlı'da doğdu. Hatay Lisesini bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne girdi. Öğrenimini tamamlayamadan Hatay'a döndü. Bir süre ilkokul öğretmenliği ve nâhiye müdürlüğü, Tercüme Kaleminde reis muâvinliği yaptı. İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyâtı bölümünü bitirdi. Elâzığ Lisesinde Fransızca öğretmenliği yaptı (1942-45). İstanbul Üniversitesi yabancı diller okulunda okutman olarak çalıştı (1946). 1955'te gözleri görmez oldu. Fakat talebelerinin yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü. 1974 senesinde İstanbul Üniversitesinden emekli oldu. 13 Haziran 1987 günü İstanbul'da vefât etti. Cemil Meriç'in ilk yazısı Hatay'da Yeni Gün Gazetesi'nde çıktı (1928). Sonra Yirminci Asır, Yeni İnsan, Hisar, Türk Edebiyâtı, Yeni Devir, Pınar, Doğuş ve Edebiyat dergilerinde yazılar azdı. Cemil Meriç, gençlik yıllarında Fransızcadan tercümeye başladı. Hanore de Balzac ve Victor Hugo'dan yaptığı tercümelerle kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi. Batı medeniyetinin temelini araştırdı. Dil meseleleri üzerinde önemle durdu. Dilin, bir milletin özü olduğunu savundu. Sansüre ve anarşik edebiyâta şiddetle çattı. Cemil Meriç 38 yaşında iken gözlerini kaybetti. O dönemden itibaren de çalışmalarını sürdürdü, doğrunun peşinde koşan bir cengaverdi sanki. Cemil Meriç, miskinler tekkesi olarak kabul ettiği fildişi kulelerin dışındaki aydın olacakken, fildişi kuleye sığınmak zorunda kalır. Yıllarca fildişi kulesindedir, yıllarca yalnız. Kavganın dışındadır, fikir ve sanat kavgasının. Politikadan da, kurtarıcılığına inanmadığı için kaçar.
Cemil Meriç'in yeri hep kütüphane oldu. Kütüphanesinde Don Kişot'luk yapar sanki. Argoya, arenaya, ateş hattına, politikaya hiç inmedi. 70'li yıllarda fildişi kulesinden çıktı. Makalelerinde, yayımladığı eserlerde Asya'nın Avrupa ile hesaplaşmasına tanık oluruz, 150 yıldır gölgeler aleminde yaşayan ve insanından kopan aydının trajedisini izleriz adım adım; kaypak, müphem, tarif edilmemiş, Avrupa'nın emellerini dile getiren ama bizim şuursuzca benimsediğimiz mefhumlar, ideolojiler, sloganlar... aydınlığa kavuşur tek tek gözlerimizin önünde.

ESERLERİ :

Umrandan Uygarlığa (1974), Kırk Ambar (1983) isimli eserleriyle iki defâ Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülünü kazandı. Hint Edebiyâtı, Saint Simon, İlk Sosyolog, İlk Sosyalist, Bir Dünyânın Eşiğinde, Bu Ülke, Mağaradakiler, Bir Fâciânın Hikâyesi, Işık Doğudan Gelir ve Kültürden İrfana başlıca eserleridir.

Aldığı ödülleri:

Kırk Ambar adlı eseriyle "Türkiye Millî Kültür Vakfı" ödülü, Ankara Yazarlar Birliği Derneğinin"Yılın Yazarı", Kayseri Sanatçılar Derneğince, "İnceleme", Kültürden İrfana adlı eseriyle, Türkiye Yazarlar Birliği "Yılın Fikir Eserleri" ödüllerini aldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Cenap ŞAHABETTİN



1870 - Manastır
1934 - İstanbul

 

Cenap Şahabettin 1870 yılında Manastır'da doğdu. 12 Şubat 1934'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Askeri okullarda öğrenim gördü. Askeri tıbbiyeyi bitirdi. Hekim yüzbaşı oldu. Paris'te 4 yıl cilt hastalıkları ihtisası yaptı. Yurda döndükten sonra Mersin, Rodos, Cidde'de karantina hekimliği, sıhhiye müfettişliği yaptı. 1914'te emekliye ayrıldı. Darülfünûn'da Türk Edebiyatı Tarihi dersleri okuttu. Kurtuluş Savaşı sırasında Kuva-yı Milliye'ye karşı olumsuz tutumu nedeniyle öğrencileri tarafından istifaya zorlandı. Daha sonra cumhuriyeti destekledi, ama yalnızlıktan kurtulamadı. İlk şiiri 1885'te daha öğrencilik yıllarında Saadet gazetesinde yayımlandı. Önceleri Muallim Naci'nin etkisiyle divan türü şiirle uğraştı. Daha sonra Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit Tarhan'dan etkilenerek Batı tarzı şiire yöneldi. Servet-i Fünun'da şiirleri yayımlandı. Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil'le birlikte Servet-i Fünun edebiyatının 3 önemli isminden biri oldu. Gelenekçi şairlerin en çok saldırdığı yenilikçi şairdi. Diğer Servet-i Fünun'cuların tersine bireysel şiiri tercih etti. Edebiyat-ı Cedide'nin en aşırı örneklerini yazdı. Şiire "nesir-musikisi" adını verdi. Heceleri müzik düzeyinde uyumlu kullanmayı savundu. Bu tarzda yazdığı en iyi iki örnek "Yakazat-ı Leyliye" ve "Elhan-ı Şita" şiirleridir. Eski sözcükleri kullanma tercihi nedeniyle yeni nesiller tarafından anlaşılamadı.

ESERLERİ:

ŞİİR:

Tâmât (1887) Seçme Şiirleri (1934, ölümünden sonra) Bütün Şiirleri (1984, ölümünden sonra)

TİYATRO:

Körebe (1917)

DÜZYAZI:

Hac Yolunda (1909) Evrak-ı Eyyam (1915) Afak-ı Irak (1917) Avrupa Mektupları (1919) Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri (1918) Vilyam Şekispiyer(1932)

 

 

 

 

 

 

 

 

Cengiz AYTMATOV



12 Aralık 1928 - KIRGIZİSTAN

 

Ünlü Kırgız yazarı, çevirmen, gazeteci ve politikacı, 12 Aralık 1928'de Kırgızistan’ın Talas Eyaleti 'ne bağlı Şeker Köyü'nde doğdu. Bişkek'de Veteriner Fakültesi’nden mezun oldu. Yazarlığa 1952' de başlayan Aytmatov, 1959'da Kırgız Pravdası gazetesinde muhabir oldu. Daha sonra Povesti Gori Stepey (Dağlar ve Steplerden Masallar) adlı öykü kitabıyla büyük ün kazandı. Bu eseri, 1963'te Lenin Ödülü'ne lâyık görüldü ve bu ödül onu aynı zamanda en genç Lenin Ödüllü yazar da yaptı.
Eserlerini, Kırgızca ve Rusça olarak kaleme alan Aytmatov, eserlerinin çoğunda tema olarak aşk, dostluk, savaş döneminin acıları ve kahramanlıkları ile Kırgız gençliğinin gelenek ve göreneklerine bağlılığını seçti. Aytmatov, milletinin tarih boyunca kazandığı sosyal, kültürel, ahlaki, edebi, askeri yani bütün maddi ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtmış, yaşadığı coğrafyanın insanının tarih içinde kazandığı değerleri, acılarını, kahramanlıklarını, tecrübelerini yazıya döküp ölümsüzleştirmiş, halkının içinde düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde anlatmış, onların çözümlerine dair ipuçları göstermiş, eserlerinde kendi ifadesi ile ‘tipik insan’ı ortaya koymaya çalışmış bir yazardır.
Hikayelerinde milletinin temel mülkü olan milli hafızaya ait efsane, destan, masal, hikaye ve türküleri ve bunların meydana geldiği şartları, ardındaki hikayeleri, insanları kullanırken, Kırgız Türk kültürünü, psikolojisiyle, duyuş ve anlayış tarzıyla, maddi manevi zenginliğiyle o kültürü bina edenlerin evlatlarına yeniden hatırlatmaya çalıştı. Ayrıca hikayelerinde halkının değerlerini, dertlerini, varsa onun içindeki çürümeyi anlatan yazarın en önemli özelliği, özüne bağlılık, kendinden, halkından, coğrafyasından haberdar olma olarak kendini gösteriyor.
Eserleri Türkçe'nin yanı sıra 150'den fazla dile tercüme edilerek milyonlarca baskıya ulaşan Aytmatov, 1958'de Kırgız Yazarlar Birliği Prezidyumu üyeliğine, 1962'de de Kırgız Sinematografi İşçileri Birliği birinci sekreterliğine getirildi.
1966'da SSCB Yüksek Sovyet'i üyeliğine seçildikten sonra da 1967'de SSCB Yazarlar Birliği Yürütme Kurulu üyesi olan ünlü yazar, 1968'de Sovyet Devlet Edebiyat Ödülü’nü aldı. Son yıllarda politikaya da atılan Aytmatov, Kırgızistan Meclisi'nde Talas Bölgesi Milletvekilliğinin yanı sıra Kırgızistan 'ın Benelux Devletleri büyükelçiliğini de yapmaktadır. Uluslararası Cengiz Aytmatov Vakfı Onur Başkanlığı’nın yanı sıra “Diyalog Avrasya” dergisinin yayın kurulu üyeliğini de yapan Aytmatov, uluslararası diyalog çalışmalarıyla da tanınmaktadır.

Eserleri :

Zorlu Geçit, Yüz Yüze, Elveda Gülsarı, İlk Öğretmen, Beyaz Gemi, Cemile, Dişi Kurdun Rüyaları, Gün Olur Asra Bedel, Çocukluğum, Yıldırım Sesli Manasçı, Cengiz Han'a Küsen Bulut, Kıyamet, Kassandra Damgası, Gün Uzar Yüzyıl Olur, Toprak Ana.

 

 

 

 

 

 

 

 

Cevat Şakir KABAAĞAÇLI
(Halikarnas Balıkçısı)




1890 - İstanbul
1973 - İzmir

 

Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı. 1890'da İstanbul'da doğdu. 13 Ekim 1973'te İzmir'de yaşamını yitirdi. Yazılarında, çok sevdiği Bodrum'un antik çağlardaki ismi olan Halikarnasos'tan esinlenerek Halikarnas Balıkçısı takma adını kullandı. Osmanlı Padişahı Abdülhamit döneminin devlet adamlarından tarihçi Şakir Paşa'nın oğlu. Çocukluğu babasının görevi nedeniyle bulundukları Atina'da geçti. İlköğrenimini Büyükada Mahalle Mektebi'nde, ortaöğrenimini Robert Kolej'de tamamladı. İngiltere'ye gitti. Oxford Üniversitesi'nde dört yıl Yakın Çağlar Tarihi okudu, üniversiteyi orada bitirdi. İstanbul'a dönünce Diken, Resimli Gazete, Resimli Ay, İnci gibi dergilerde yazılar yazdı, kapak resimleri ve süslemeler yaptı, karikatürler çizdi. Çizgi romanlar yaptı. İlk öyküleri 1920'li yılardan başlayarak yayımlandı. Cumhuriyet'in ilanından sonra asker kaçaklarıyla ilgili bir yazısı yüzünden 3 yıl kalebentliğe mahkum edildi ve Bodrum'a sürüldü. 1.5 yıl Bodrum'da kaldı. Cezasının son yarısını İstanbul'da geçirdi. Yeniden yürekten bağlandığı Bodrum'a döndü. 1947'den itibaren çocuklarının eğitimi için İzmir'e yerleşti. Ölümünden sonra da kendi eseri olan Bodrum'a gömüldü. Mezarı Bodrum'da.

ESERLERİ:

ROMAN:

Aganta Burina Burinata (1946) Ötelerin Çocuğu (1956) Uluç Reis (1962) Turgut Reis (1966) Deniz Gurbetçileri (1969)

DENEME-İNCELEME-MİTOLOJİ:

Anadolu Efsaneleri (1954) Anadolu Tanrıları (1955) Anadolu'nun Sesi (1971) Hey Koca Yurt (1972) Düşün Yazıları (1981, ölümünden sonra)

ÖYKÜ:

Ege Kıyılarından (1939) Merhaba Akdeniz (1947) Ege'nin Dibi (1952) Yaşasın Deniz (1954) Gülen Ada (1957) Ege'den (1972) Gençlik Denizlerinde (1973)

ANI: Mavi Sürgün (1961)

ÇOCUK KİTAPLARI:

Denizin Çağrısı Yol Ver Deniz

 

 

 

 

 

 

 

 

Edip CANSEVER



1928 - İstanbul
1986

 

Günümüz şairlerinden. istanbul'da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra Yüksek Ticaret Okulu'ndan ayrılıp ticaret hayatına atıldı. Kapalıçarşı'da antikacılık yaptı.

Eserleri :

İkindi Üstü, Dirlik Düzenlik, Yerçekimli Karanfil, Umutsuzlar Parkı, Nerde Antigone, Tragedyalar, Çağrılmayan Yakup, Kirli Ağustos, Sonrası Kalır, Ben Ruhi Bey Nasılım, Sevda ile Sevgi, Şairin Seyir Defteri, Bezik Oynayan Kadınlar, İlkyaz Şikayetçileri, Oteller Kenti.

Yerçekimli Karanfil ile 1958 Yeditepe Şiir Armağanı'nı, Ben Ruhi Bey Nasılım ile Türk Dil Kurumu 1977 Şiir Ödülü'nü ve Yeniden ile 1981 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Asım Bezirci ve Hüseyin Cöntürk'ün şair üzerine Turgut Uyar-Edip Cansever adlı bir incelemeleri vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Elif ŞAFAK



1971 - Strasbourg

 

Elif Şafak,1971 Strasbourg doğumlu. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi, yüksek lisansını aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Bölümü'nde, doktorasını ise Siyaset Bilimi alanında tamamladı. "Bektaşi ve Meslevi Düşüncesinde Kadınsılık-Döngüsellik" konulu yüksek lisans tezi Sosyal Bilimler Derneği'nce ödüllendirildi. İlk öykü kitabı "Kem Gözlere Anadolu" 1994 yılında yayımlandı. İlk romanı "Pinhan" ile 1998 yılı Mevlana Büyük Ödülü'nü aldı. Bunu "Şehrin Aynaları" ve yazara 2000 yılı Türkiye Yazarlar Birliği Ödülü'nü kazandıran "Mahrem" izledi. Bu romanıyla geniş bir okur kesimince tanınan yazar, diğer romanları gibi Metis Edebiyat dizisinde yayımlanan Bit Palas (2002) ve Araf'ı (2004) yazdı. Kadınlık, kimlik, kültürel bölünme, dil ve edebiyat konulu yazılarını Med-Cezir'de (2005) bir araya getirdi. Bir süredir ABD'de yaşayan Elif Şafak Avrupa ve ABD'de çeşitli gazete ve dergilerde yazmakta, Michigan Üniversitesi'nin ardından Arizona Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Eserleri:

Kem Gözlere Anadolu (1994), Pinhan (1997), Şehrin Aynaları (1999), Mahrem (2000), Bit Palas (2002), Araf (2004), Med-Cezir (2005), Baba ve Piç (2006).

 

 

 

 

 

 

 

 

Emine IŞINSU



17 Mayıs 1938 - Kars

 

(Emine Işınsu Öksüz), günümüzde Türk romancısı. 17 Mayıs 1938'de Kars'ta doğdu. Babası tümgenerallikten emekli Aziz Vecîhî Zorlutuna, annesi, şâir – yazar Hâlide Nusret Zorlutuna'dır. Asker bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak, çocukluğunun büyük bir kısmını Anadolu'nun muhtelif yerlerinde geçiren E. Işınsu, Urfa'da başladığı ilk öğrenimini Ankara'da tamamlamış ve 1957'de T. E. D. Ankara Koleji'nden mezun olmuştur. DTCF'de, önce İngiliz Dili ve Edebiyatı, sonra Felsefe ODTÜ'de İşletmecilik Bölümlerinde ve Hukuk Fakültesi'nde kısa sürelerle öğrencilik yaptı. Bir ara kazandığı “Fulbright” bursu ile Amerika'da “Sosyal Hizmetler Uzmanı” kurslarına katıldı. Kolej'in dergisinde yayımlanan bir şiir ile edebiyat dünyasına katılan Işınsu, yirmi üç yaşında iken (1961-63) yazdığı “Küçük Dünya” adlı romanı ile Turizm-Tanıtma Bakanlığı'nın roman mükâfatını kazandı. “Kadın”, “Hisar” gibi dergilerde yazı ve hikâyeleri neşredildi; Yeni İstanbul ve Sabah gazetelerinde fıkra yazarlığı yaptı. “Ayşe” adıyla annesi tarafından kurulan kadın dergisini, 1969'da “Töre” adıyla, 1981 yılına kadar fiilen idare etti. Dergi, Türk toplumunun büyük çalkantılar geçirdiği bu devrede, Türk milliyetçiliğinin ciddi fikir organlarından biri oldu. Otobiyografik özellikler taşıyan ve çok başarılı ruh tahlillerinin yapıldığı Küçük Dünya ile, Malazgirt'in 900. yıl dönümü vesilesiyle yazılan “Ak Topraklar” hariç, diğer bütün romanlarının konusunu günümüz toplumundan ve Türkiye dışı Türklerin dramından çıkaran Işınsu, şiir diline yakın bir üslûpla ve “tez”li tekniği ile yaşadığımız olayları romanlaştırmıştır. 1966'da TRT Mikrofonik Oyun yarışmasında “Bir Yürek Satıldı” adlı eseri ile birincilik kazanan yazar, fikrî ve edebî çalışmalarını sürdürmektedir.

ESERLERİ :

İki Nokta (şiir, 1956)

TİYATRO :

Bir Yürek Satıldı (1966), Bir Milyon İğne (1967), Ne Mutlu Türk'üm Diyene (1969), Adsız Kahramanlar (1975)

ROMANLARI :

Küçük Dünya (1966), Azap Toprakları (1969), Ak Topraklar (1971), Tutsak (1975), Sancı (1975), Çiçekler Büyür (1979), Canbaz (1982), Atlı Karınca, Bir Gece Yıldızlarla, Kaf Dağının Ardında, Cumhuriyet Türküsü, Dost Diye Diye, Nisan Yağmuru, Havva, Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri

 

 

 

 

 

 

 

 

Enis Behiç KORYÜREK



11 Mart 1891 - İstanbul
18 Ekim 1949 - Ankara

 

Türk şairi. İstanbul'da doğdu. Yüksek öğrenimini Mülkiye Mektebi'nde tamamladıktan sonra Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevler aldı. Yurda dönüşte kimi bakanlıklarda çeşitli görevlerde çalıştı.
İlk şiirlerini Balkan Savaşı sırasında kimi dergilerde yayımladı. Birinci Dünya Savaşı sırasında hece ölçüsünde yazdığı şiirleriyle tanındı, hecenin beş şairi arasına katıldı.
Şiirleri çoklukla ulusal konuları işleyen, çoklukla ses ve ses etkisine dayanan epik şiirlerdir.

ESERLERİ :

Miras, Varidat-ı Süleyman, Güneşin Ölümü

 

 

 

 

 

 

 

 

Fakir BAYKURT



1929 - Burdur
10 Ekim 1999 - Almanya

 

Fakir Baykurt 1929'da Burdur'un Yeşiloca ilçesi Akçaköy'de doğdu. Gönen Köy Enstitüsü'nü bitirdi, köy öğretmenliği yaptı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nden mezun oldu. Sivas, Hafik ve Şavşat'ta öğretmenlik, ilköğretim müfettişliği yaptı. TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) ve TÖDMF (Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu) Genel Başkanı oldu. Baykurt bu etkinliklerinden ötürü 1971'de sıkı yönetimce tutuklandı. Askeri mahkeme önünde uzun süre yargılanıp beraat etti. Almanya'ya gitti. Uzun süre Duisburg kentinde yaşadı. 10 Ekim 1999'da burada yaşamını yitirdi. Fakir Baykurt, yazarlığa şiirle başladı. Bunu köy notları ve hikayeler izledi, sonra romana geçti. Yazarken bütün endişesinin "içinde doğup yetiştiği köylülerin hallerini, sanatın gerçeklerini de göz önünde tutarak ortaya sürmek; sanatın en iyi amacının, hem konusu olan insanı hem de okuyanı, bulunduğu durumdan biraz daha ileri sıçratmak" olduğunu belirten ve eserleri tükendikçe yeni baskıları yapılan Baykurt, bu yönüyle gerçekçi, devrimci romanlarımız arasında yer aldı.

ESERLERİ

ROMAN:

Yılanların Öcü (1954), Irazcanın Dirliği (1961), Onuncu Köy (1961), Amerikan Sargısı (1967), Tırpan (1970), Köygöçüren (1973), Keklik (1975), Kara Ahmet Destanı (1977), Yayla (1977), Yüksek Fırınlar (1983), Koca Ren (1986), Yarım Ekmek (1997).Öykü:Çilli (1955), Efendilik Savaşı (1959), Karın Ağrısı (1961), Cüce Muhammet (1964), Anadolu Garajı (1970), On Binlerce Kağnı (1971), Can Parası (1973), İçerdeki Oğul (1974), Sınırdaki Ölü (1975), Gece Vardiyası (1982), Barış Çöreği (1982), Duirsbug Treni (1986), Bizim İnce Kızlar (1992), Dikenli Tel (1998).

TOPLUM-EĞİTİM YAZILARI:

Efkar Tepesi (1960), Şamaroğlanları (1976), Kerem ile Aslı (1974), Kale Kale (1978).

ÇOCUK KİTAPLARI:

Topal Arkadaş, Yandım Ali, Sakarca, Sarı Köpek, Dünya Güzeli (1985), Saka Kuşları (1985).Şiir:Bir Uzun Yol.

DÜZYAZI:

Hac Yolunda (1909) Evrak-ı Eyyam (1915) Afak-ı Irak (1917) Avrupa Mektupları (1919) Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri (1918) Vilyam Şekispiyer(1932)

 

 

 

 

 

 

 

 

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL



1898 - İstanbul
1973 - İstanbul

 

Faruk Nafiz,1898 yılında İstanbul'da doğdu. Babası Hazine-i Hassa Nezareti ser müfettişi Süleyman Nazif Bey; annesi,Fatma Ruhiye Hanım'dır.
Faruk Nafiz ilk tahsilini Bakırköy Rüştiyesi'nde yapmış,orta tahsilini Hadika-i Meşveret İdadisi'nde tamamlamıştır. Yüksek tahlil içinde bir müddet tıp fakültesine devam etmiştir.
Daha tıp fakültesinde talebe iken neşrettiği şiirleriyle dikkati çeken şair,kısa zamanda şiir ve sanat çevrelerinde tanınmıştır. Onun ilk şiirleri Peyam-ı Edebi'de,Edebiyat-ı Umumiye mecmuasında,Yeni Mecmua'da Ümid mecmuasında,Şair,Büyük Mecmua,Nedim mecmualarında;Birinci Kitap,İkinci Kitap gibi isimlerle,sekiz kitap halinde çıkan,şiir-nesir ve hikaye kitaplarında ve Yarın mecmuasında neşrolunmuştur.1917-1918'de İleri gazetesi yazı heyetine katılan Faruk Nafiz,1922'de bu gazetenin temsilcisi olarak Ankara'ya gitmiş,aynı yıl Kayseri Lisesi edebiyat öğretmenliğine gönderilmiştir.1924'te Ankara Erkek Muallim Mektebi, 1925'de Ankara Kız Lisesi edebiyat öğretmeni olmuş,ayrıca Ankara Lisesi'nde edebiyat okutmuştur. 1932'de İstanbul'da Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliğine atanan şair,bu lisedeki öğretmenliği sırasında ayrıca Amerikan Kız Koleji'nde yıllarca edebiyat dersi vermiştir.
Faruk Nafiz 1946'da Demokrat Parti'den İstanbul Milletvekili seçilmiş ve onun mebusluk hayatı 27 mayıs 1960 ihtilaline kadar devam etmiştir.Bu ihtilalde bütün milletvekili arkadaşlarıyla birlikte tevkif edilerek Yassıada'ya gönderilen şair, Haziran 1960'tan eylül 1961'e kadar burada kalmış ve daha sonra beraat etmiştir. Bu hadiseden sonra siyasi hayatına devam etmek istemeyen şair, sadece Yassıada'da arkadaşlarıyla birlikte maruz kaldığı acı baskıyı çok kuvvetli ve çok manalı dörtlükler halinde namzederek, vaktiyle yazdığı Han Duvarları şiirine mukabil, Zindan Duvarları adıyla yassı bir kitap halinde neşretmiştir.
Ankara ve İstanbul'da edebiyat öğretmenliği yaptığı yıllarda, Güneş, Tavus, Hayat, Yedigün ve bizzat çıkardığı anayurt mecmualarından başka, Ankara ve İstanbul'un çeşitli gazetelerinde şiirler, fıkralar ve makaleler neşreden Faruk Nafiz yine İstanbul'da Akbaba ve Karikatür gibi mizah mecmualarına Deli Ozan ve Çamdeviren takma adlarıyla mizahi ve satirik manzumeler yazmıştır. En son şiirleri İsimsiz kıt'alar başlığı altında Kubbealtı Akademi Mecmuası'nda yayınlamıştır.Faruk Nafiz 1973 yılında öldü.

ESERLERİ:

Faruk Nafiz'in belli başlı eserleri,şiir kitapları ile,manzum ve mensur tiyatrolardır. Şairin ayrıca roman ve mizah vadisinde yazılmış ve kitap halinde neşrolunmuş eserleri de vardır.

Şiir Kitapları: Şarkın Sultanları(1918), Gönülden Gönüle(1919), Dinle Neyden(1919), Çoban Çeşmesi(1926), Suda Halkalar (1928), Bir Ömür böyle geçti (Seçme Şiirler,1933,4 defa basılmıştır.), Elimle Seçtiklerim (1934), Akarsu(1936), Tatlı Sert(Mizahi şiirler,1938), Akıncı Türküleri(1938), Heyecan ve Sükun(1959), Zindan Duvarları(1967), Han Duvarları(1969)

Tiyatro Eserleri: Canavar(1965),Akın(1932),Özyurt(1932),Kahraman(1933),Yayla Kartalı(1945). Şairin bundan başka İlk Göz Ağrısı isimli,bir piyes adaptasyonu vardır.

Mektep Temsilleri: Bir Demette Beş Çiçek(1933),Yangın(1933)

Roman: Yıldız Yağmuru(1936),Ayşe'nin Doktoru(1949).

 

 

 

 

 

 

 

 

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA



1914 - İstanbul

 

Türk şairi. İstanbul'da doğdu. Yüksek öğrenimini Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra bir süre subay olarak yurdun çeşitli yerlerinde görev aldı. On beş yıllık hizmet süresi sonunda ordudan ayrıldı. Bir süre Fransa'da kaldı. Yurda dönüşte Çalışma Bakanlığı'nda görev aldı. Daha sonra memuriyetten ayrılarak İstanbul'da açtığı kitabevinde çalışmaya başladı.
İlk yazısı 1927 yılında bir hikaye yarışmasında ödül kazanarak yayımlandı. O tarihten bu yana bir çok sanat dergisinde şiirlerini yayımladı, kitap halinde topladı. Yurt içinde çeşitli ödüller aldı. Bunların yanı sıra 1967 yılında Amerika'daki Uluslararası Şiir Forumu tarafından en iyi Türk şairi olarak ilan edildi. 1956 yılında Asu kitabıyla Yeditepe, 1957'de Delice Böcek kitabıyla Türk Dil Kurumu Ödülleri'ni kazandı.
Şiirimize, tanzimattan bu yana hiçbir şairin getiremediği geniş olanaklar getirdi. İlkel insandan günümüzün insanına değin, pek çok tip ve karakterde insanı, özellikle bu insanların iç dünyalarını geniş imgeler ve parlak simgelerle anlattı. Zaman zaman Türk dilinin olanaklarını da zorlama yoluyla şiirimize yepyeni bir hava getirmiş çok verimli bir şairimizdir.

ESERLERİ :

Çocuk ve Allah, Havaya Çizilen Dünya, Daha, Sivaslı Karınca, Taş Devri, Üç Şehitler Destanı, Çanakkale Destanı, Çankırın Destanı, Aç Yazı, Türk Olmak, Uzaklara Giyinmek, Dildeki Bilgisayar.

 

 

 

 

 

 

 

 

FUZULİ



1495 - Hille
1556

 

Türk divan şairi. Hille'de doğduğu sanılmaktadır. Yaşamı konusundaki bilgiler çok azdır. Bağdat'ta Safevi valisi İbrahim Han tarafından korundu. Onun ölümü üzerine tekrar doğduğu kente döndü. Bağdat'ın Kanuni Sultan Süleyman tarafından alınması üzerine padişaha ve yüksek dereceli devlet adamlarına kasideler sunarak dikkati çekti. Kendisine evkaf dairesinden bir maaş bağlandı. Tüm yaşamı Bağdat ve dolaylarında geçti. Mezarı Kerbela'dadır.
Eserlerini Arapça, Türkçe ve Farsça olarak yazdı. Türkçe şiirleri Azeri lehçesi iledir. Yüzyıllar boyunca Türk şiirini, divan, tekke ve saz şairlerini etkiledi. Hemen tüm eserlerinde büyük bir içtenlik, bir lirizm göze çarpar. Aldığı felsefi, sofiyane öğrenim sonucu gazellerinde, özellikle en büyük eseri Leyla ile Mecnun'da ölümsüz aşk üzerine en güzel mısraları vermiştir. Kasidelerinde ise büyük bir özentinin etkisi görülür.

ESERLERİ :

Türkçe Divan, Arapça Divan, Leyla ile Mecnun, Bengü Bade, Sohbet-ül Esmar.

KAYNAKLAR :

Fuzuli'nin Dünyası (Cemil Yener), Fuzuli, Hayatı, Sanatı, Şiirleri (Nevzat Yeşirgil), Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti (Dr.Abdülkadir Karahan), Fuzuli Hakkında Bir Bibliyografi Denemesi (Müjgan Cunbur).

 

 

 

 

 

 

 

 

Gülten AKIN



23 Ocak 1933 - YOZGAT

 

Gülten Akın, 23 Ocak 1933’te Yozgat’ta dünyaya geldi. Ortaöğrenimini 1951’de Ankara Kız Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1955’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1959-1973 arasında eşinin görevi dolayısıyla dolaştığı çeşitli Anadolu ilçelerinde avukatlık ve öğretmenlik gibi görevlerde bulundu. Bir süre Türk Dil Kurumu’nda dil uzmanı olarak görev aldı; Kültür Bakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğinde bulundu. PEN Yazarlar Derneği ve Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi olan Akın, İnsan Hakları Derneği ve Dil Derneği gibi örgütlerin kuruluşuna katıldı.

“Çin Masalı” adlı ilk şiiri, 1951’de Son Haber gazetesinde çıktı. Hisar, Varlık, Türk Dili, Yeditepe, Mülkiye, Seçilmiş Hikâyeler dergilerinde yayınladığı şiirlerle adını duyurdu. İlk dönem şiirlerini Rüzgâr Saati (1956), Kestim Kara Saçlarımı (1960) ve Sığda (1964) adlı kitaplarda topladı. Sığda, 1965 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’ne değer görüldü. En önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilen Kestim Kara Saçlarımı’da yasaklara, çağa ters düşen kalıplaşmış gelenek ve törelere, kadının tutsaklığına başkaldırıyı güçlü bir şiir diliyle ele aldı.

Çok farklı söyleyiş biçimlerine yöneldiği, şiirine tarih boyutunu kattığı ve ezilen insanı öne çıkardığı Kırmızı Karanfil 1971’de; aynı zamanda çağdaş bir destan dili arayışı niteliği taşıyan, Kurtuluş Savaşı’nı konu alan Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı 1972’de; Ağıtlar ve Türküler 1976’da; Seyran Destanı 1979’da yayınlandı. Ağıtlar ve Türküler, 1976 Yeditepe Şiir Armağanı’na değer görüldü.

Şiir üstüne yazdığı yazıları bir araya getiren Şiiri Düzde Kuşatmak (1983) adlı kitabında halk kaynağına nasıl inmek istediğini anlatırken, amacının “halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken, halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak” olduğunu söyledi.
Şiirsel düzyazılarını 42 Gün (1986), oyunlarını Toplu Oyunlar (1997), düzyazılarını Şiir Üzerine Notlar (1997) adları altında yayınladı. Bütün şiirlerini topladığı Seyran’la (1992), aynı yıl Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü Memet Fuat’la paylaştı; Sessiz Arka Bahçeler (1998) ile 1999 Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü’nü kazandı. Son olarak 2003’te Uzak Bir Kıyıda, 2007’de de Celâliler Destanı ve Kuş Uçsa Gölge Kalır adlı şiir kitapları yayınlandı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Gülten DAYIOĞLU



1935 - Kütahya

 

1935 yılında, Kütahya'nın Emet ilçesinde doğdu. Öğrenimini Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yaptıktan sonra, İstanbul Atatürk Kız Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine başladı ancak mezun olmadı. Dışarıdan sınavlara girerek ilkokul öğretmeni oldu.
İlk eseri "Bahçıvanın Oğlu" adını taşıyan bir çocuk kitabıydı. 1963'te yayınlandı. Çoğunlukla çocuklara hitap eden elliden fazla kitap yazdı. Ayrıca yirmiden çok radyo ve televizyon oyunu yazdı.
Birçok ödül alan yazar, evli ve iki erkek çocuk annesi. 1965'ten günümüze kadar Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri ile çeşitli dergilere yazılar yazdı. 1977'de istifa ederek öğretmenlikten ayrıldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Haldun TANER



1915 - İstanbul
7 Mayıs 1986 - İstanbul

 

İstanbul'da doğdu (1915). Mütareke yıllarında Kurtuluş Savaşı başlamadan önce yazıları, dersleri ve nutuklarıyla, Türkiye'nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü hukuki gerekçeleriyle savunan ilk kişi olan Prof. Ahmed Selahattin'in oğludur. Galatasaray'da, Heidelberg Üniversitesi'nde ve İstanbul Üniversitesi'nde okudu. 1950'den sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi'nde, Gazetecilik Enstitüsü'nde, LCC Tiyatro Okulu'nda binlerce öğrenci yetiştirdi. 7 Mayıs 1986'da İstanbul'da öldü.

ESERLERİ:

Tiyatro: Ayışığında Şamata, Eşeğin Gölgesi, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Günün adamı-Dışardakiler, Haldun Taner Kabare, Keşanlı Ali Destanı, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Vatan Kurtaran Şaban, Ve Değirmen Dönerdi-Lütfen Dokunmayın.

Deneme: Berlin Mektupları, Çok Güzelsin Gitme dur, Hak dostum Diye başlayalım Söze, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, Koyma Akıl Oyma Akıl,Önce İnsan.

Hikaye:Kızıl Saçlı Amazon, Onikiye Bir Var,Şişhane'ye Kar Yağıyordu,Yalıda Sabah.

 

 

 

 

 

 

 

 

Halide Edip ADIVAR



1844 - İstanbul
1964 - İstanbul

 

Halide Edip 1844 yılında doğdu,Ocak 1964'te İstanbul'da öldü. Üsküdar Amerikan Kız Koleji'ni bitiren yazar,Rıza Tevfik'ten felsefe ve sosyoloji, Salih Zeki'den matematik dersleri aldı.Bu eğitim onun dengeli ve geniş açılı bir düşünceye sahip olmasını sağladı.Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Müfettişlik ve Darülfunun hocalığı görevlerinde bulundu.Milli mücadele yıllarında öncü yazıları ve toplantılarda yaptığı ateşli konuşmalarla harekete destek oldu.Daha sonra Anadolu'ya geçerek onbaşı ve çavuşluk rütbeleriyle savaşa katıldı.Cumhuriyetin ilanından sonra eşi Adnan Adıvar ile birlikte yurt dışına gitti. On beş yıl Avrupa ve Amerika'da kaldı.Çeşitli konularda konferanslar verdi.Bir çok yerde Türkiye'yi temsil etti.Yurda döndükten sonra İzmir milletvekili oldu. Edebiyat fakültesinde profesörlük görevi aldı. Türkçülük, Batıcılık, feminizm gibi bir çok konuya eğilim göstererek bir çok çalışma yaptı.

Türk edebiyatında romancı olarak tanınan Halide Edip,hikayelerini şu kitaplarda topladı: Harap Mabedler (1911),Dağa Çıkan Kurt (1922),İzmir'den Bursa'ya (1922).

 

 

 

 

 

 

 

 

Halit Ziya UŞAKLIGİL



1867 - İstanbul
1945 - İstanbul

 

Halit Ziya Uşaklıgil,1867'de İstanbul'da Eyüp'te doğdu. 1884'te arkadaşlarıyla Nevruz gazetesini çıkardı. Burada çeviriler yayımladı. Bir süre İzmir Rüştiyesi'nde Fransızca öğretmenliği ile Osmanlı Bankası muhasipliğini yaptı. Arkadaşı Tevfik Nevzat'la 1886'da Hizmet ve Ahenk gazetelerini kurdu. Bunlarda ilk hikaye, roman ve Mensur Şiirleri basıldı. 1889'da amcasıyla Paris Sergisi'ne gitti. Döndükten sonra izlenimlerini Vakit ve Hizmet gazetelerinde yayımladı. İzmir İdadisi'nde Türk Edebiyatı okuttu. 1896'da Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katıldı. 1901'de kapatılıncaya kadar Servet-i Fünun dergisine yazılar, hikayeler, romanlar verdi. İkdam gazetesinde küçük hikayeler yazdı. 1908'e kadar suskun kaldı. Meşrutiyet'in ilanından sonra Darülfünun'da Garp Edebiyatı Tarihi ile Hikmet-i Bedayi okuttu. 1909'da Mabeyn Başkatipliği'ne getirildi. 1912'de yine Darülfünun'a döndü. 1913'te görevle Paris'e, 1915'te Almanya'ya gidip geldi. Bir daha da resmi görev almadı. Yeşilköy'deki evine çekilerek kendini tümüyle edebiyata, eserlerine verdi. 27 mart 1945'te öldü.

ESERLERİ :

Roman : Sefile(1886), Nemide(1889), Bir Ölünün Defteri(1890), Mai ve Siyah(1895), Kırık Hayatlar(1924), Aşk-ı Memnu(1925).

Hikaye : Bir Muhtıranın Son Yaprakları(1889), Nakil(1892), Heyhat(1894), Küçük Fıkralar(1889), Bir Yazın Tarihi(1889), Bir Şir-i Hayal(1911), Bir Hikaye-i Sevda(1922), Hepsinden Acı(1934), Aşka Dair(1935), Onu Beklerken(1935), Kadın Pençesi(1939)

Şiir : Mensur Şiirler(1889)

Oyun : Kabus(1918), Füruzan(1918), Fare(1918).

Deneme-İnceleme-Eleştiri : Fransız Edebiyatının Numune ve Tarihi(1885), Hikaye ve Temaşa(1891), Yunan Edebiyatı(1912), Latin Edebiyatı(1912), Sanata Dair(1938).

Günce-Anı-Gezi : Kırk yıl(1936), Saray ve Ötesi(1940), Bir Acı Hikaye(1942).

 

 

 

 

 

 

 

 

Hamdullah Suphi TANRIÖVER



1885 - İstanbul
1966 - İstanbul

 

Tanrıöver,1885'te İstanbul'da doğdu. Daha çok mütareke döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarında yaptığı coşkulu konuşmalarıyla tanınan siyaset adamı, şair ve yazardır. Tanzimat döneminin tanınmış bilim ve devlet adamlarından Abdüllatif Subhi Paşa'nın oğluydu. Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdikten sonra ilkokul öğretmeni olarak çalıştı. Ayasofya Rüştiyesi'nde hitabet ve Fransızca, Darülfünun-ı Osmani'de (İstanbul Üniversitesi) Türk-İslam sanatı dersleri okuttu. 1920'de ilk TBMM'ne Antalya milletvekili olarak girdi. Aynı yıl ilk İcra Vekilleri Heyeti'nde maarif vekilliğine getirildi.1923'te TBMM'ye İstanbul milletvekili olarak katıldı. 1925'te ikinci kez maarif vekilliği görevinde bulundu. 1927'de yeniden İstanbul milletvekili seçildi. 1935'te Bükreş büyükelçiliğine atandı. 1943'te İçel ve 1946'da İstanbul milletvekili seçildi. 1950'de Demokrat Parti listesinden bağımsız Manisa milletvekili, 1954'te Demokrat Parti'den İstanbul milletvekili oldu. 1957'de Hürriyet Partisi adayı olarak katıldığı seçimi yitirdi ve siyasetten çekildi.Tanrıöver'in “Namık Kemal” adlı ilk şiiri, Paris'te yayımlanan Şura-yı Ümmet gazetesinde çıkmıştı. 1909'da Fecr-i Ati topluluğuna katılan Tanrıöver 1911'de bu topluluktan ayrılarak Genç Kalemler dergisi çevresinde gelişen milli edebiyat akımına bağlandı. 1912'de milliyetçilik hareketini İstanbul'daki merkezi olan Türk Ocağı'na girdi ve ertesi yıl bu kurumun başkanlığına getirildi. Türk Ocağı genel başkanı olarak, Türkçülük ve milliyetçilik yolunda çalışmalar yürüttü. Etkili konuşmalarıyla güçlü bir hatip olarak tanındı. İstanbul'da işgalci güçlere karşı düzenlenen açık hava toplantılarında, daha sonra TBMM kürsüsünde ve Kurtuluş Savaşı sırasında halkı aydınlatmak için gönderildiği Konya, Antalya gibi yerlerde hitabetin etkili örnekleri olan konuşmalar yaptı. Konuşmalarından seçmeleri: Dağ Yolu(1928-1931)Yazılarını da “Güne Bakan” adlı kitapta topladı.Tanrıöver 11 Haziran 1966'da İstanbul'da öldü.

 

 

 

 

 

 

 

 

Honore De BALZAC



20 Mayıs 1799 - FRANSA
18 Ağustos 1850

 

1799’da Tours’da dünyaya geldi. Basası Bernard François Balss elli bir yaşındayken on dokuz yaşındaki bir genç kızla evlenmişti;
Balzac’ın imparatorluk yönetiminde memur olarak çalışan ve Fransız Devrimi’nin evladı olan babası Bernard François Balss elli bir yaşındayken, ondokuz yaşındaki bir genç kızla evlenmişti. Bu evlilik 1799’da Tours’da doğacak olan Balzac’ın tüm yaşamı boyunca derin izler bıraktı. Zira Balzakc’ın romanlarında kötü evlilik yapmış kadınlar, özel yaşamın dramları ve çiftlerin yozlaşması vardı. “Dönemin ilerici ideallerine bel bağlamış liberal bir babanın karşısında, kuşkusuz zorla doğurmuş çocukları fazla sevmeyen ve yalnız bir yaşamın üzüntüsüyle kendi içine kapanan bir anne yer alıyor” Balzac’ın yaşamının ilk dönemlerinde.
Aile 1814’te Paris’e taşındı ve Honore de Charlemagne Lisesi’nin öğrencisi oldu. Babası onun noter olmasını istiyordu. Fakat Balzac babasının çizdiği hayatın dışına çıkarak, önce Hukuk okudu ve sonra da yazar olmaya karar verdi. Dönemin siyasi şartları ve moda olan Saint-Simonculuk onu da etkilemişti. Liberal bir babanın karşısında dönemin solculuğunu yaşamak Balzac’ın hayatında yalnızlık ve yoksulluğa sebep oldu. Ve bu da yazarlık hayatı boyunca etkin olacak ikinci durumu doğurmuştu.
İlk eseri Cromwell bir tiyatro eseriydi. O dönemde edebiyatta başarılı olmak için tiyatro eserleri yazmak, hikaye ile uğraşmak gerekiyordu. Cromwel de böyle bir şartta ortaya çıktı. Fakat eser tam bir başarısızlık örneğiydi. Bu dönem parasızlık dönemiydi Balzac için. O da takma adlarla kısa romanlar yazıyordu. Bu romanların genel karakteri de romantizme yergi içermesiydi.
Bu sıralar özel hayatı da çok çalkantılı geçiyordu. İki kız kardeşi evlendi ve bunlardan Laurence, evlilikte bir cehennem hayatı yaşadıktan sonra 1825’te terk edilmiş olarak öldü. Balzac’ın hayatının üçüncü aşaması da bu dönemde gerçekleşti. Kendisinden oldukça yaşlı bir kadın olan Laure’de Berny’e aşık oldu. “Bu kadın onda her şeyin yerini tutacaktı; anne, metres, onu topluma sokan ilk kişi ve yapacağı tehlikeli girişimlerdeki mali destekçisi. Madame Balzac, karışlaştığı ilk ‘otuz yaşındaki kadın’ idiyse, Madame Berny de Balzac’ın dünyasından hiç çıkmayan, olgun, çoğunlukla hayal kırıklığına uğramış (kendileri çoktan yaşadıkları halde), esas olanı öğrettikleri genç insanları seven bütün o kadınların modeliydi: Madame de Mortsauf (Vadideki Zambak) veya Madame de Bargeton (Sönmüş Hayaller).” İşte böyle bir zeminde özel yaşamı ile edebi kişiliği arasında gidip gelen hayatı onun ilerideki eserlerinin de ilhamı olacaktı. Zira bu dönem çok başarısız bir edebi yaşam söz konusuydu. Ve bundan sonraki hayatı da başarısızlıkların yargılanması üzerine inşa edilecek ve ileriki eserler de bu dönemin karakterleri çok usta bir üslupla anlatılacaktı.
Başarısız birkaç iş denemesinden sonra Balzac, “Şuanlar” adlı eserini kaleme alır. Bu eser tarihi bir romandır. Bunun hemen akabinde evlilik müessesesini sorgulayan Evliliğin Fizyolojisi ve Özel Yaşamdan Sahneler’i yayımlar. Yine bu dönemde Le Voleur’da “Paris Mektupları” adlı politik fıkralar yazmaya başlar. Modern gazeteciliğin doğuşuna tekabul eden bu dönemde, Balzac bir hayli ünlenir. Onun hayatında hep yer edecek bir meslektir artık gazetecilik. Otuz yaşının üzerinde gerçekleşen bütün bu olaylar, “bütünleşme ve onaylanma” düşleri olan Balzac’ı kamçılar ve çok cüretkar bir tutum içine sokar. Sık sık aristokratik çevrelere girip çıkmaya başlar. Ve hatta metres olarak Castries markizini isteyecek kadar götürür onu.
Balzac, bütün bunların verdiği hızla, günde on sekiz saat çalışmaktadır; haziran 1832’de delirmenin eşiğine gelir. Otobiyogratif bir roman olan Louis Lambert bu bunalımın izlerini taşır; yaralanmış, coşkulu ve romantik bir entelektüel tip olan Louis delirerek ölür.
Balzac aslında bu gidip gelmeler arasında artık bir efsaneye dönüşmüştür. Romanlar birbirini izler. Ve esas önemli olan dönemin şartlarıyla ilgili tahlilleridir. Balzac’a göre Fransız Devrimi adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri son vermek bir yana bunları daha güçlendirmiş, binlerce insanı dışlamış, marjinalleştirmiştir. “sefalet nedeniyle suç işleyenler, gelecekten umudu kalmamış gençler, Napolyon yasalarıyla çocuklaştırılmış kadınlar. Modern dünya acımasızdır; erkekler ve kadınlar bu dünyada acı çekmektedir. Liberalizm bencilliklerin artışını ve çıkarcı ahlakı teşvik etmiş bir yalandır. Köy hekimi (Köy Hekimi romanından) Benassiz, birey olarak acı çekmiş olduğu için, içinde bulunduğu toplumu eleştirel bir biçimde yansıtma gücüne sahip yaralı bir yürektir; Balzac’da en romantik olan şey acının vicdanı yarattığı gerçeğidir.” Gerçek dünyada yolunu şaşırmış dahi bir delinin arayışı olan Mutlak peşinde’de kişinin yıkıcı güçlerini ele alır.
Artık bir nevi kendini anlatmaya çalışır Balzac. Bu dönemden sonraki romanlarında hep bu izleri taşır. Ve en önemlisi başarısız dönemdeki kahramanları geri döndürerek onları yeniden hayata geçirmeye çalışır. Ve bu onun meşhur “İnsanlık Komedisi” modelini yaratacaktır. Bu yeniliği ilk “Goriot Baba”da uygulamaya geçirir.
1835’de La Chronique de Paris adlı bir gazeteyi satın olar. Fakat yine hızla yazmaktadır. Gününün çoğunluğunu yazmakla geçiren Balzac yine çıldırı noktasına gelir ve bu dönemde Vadideki Zambak ortaya çıkar. Hemen akabinde de bir kriz geçirir. Yine onun hayatında önemli bir yer işgal eden “sevgili” diye andığı Madame Berny ölür. La Chronique de iflas eder ve Balzac ile yayıncı Bulloz arasında ciddi sorunlar çıkar.
1836 sonunda “Yaşlı Kız”ı La Presse’e on iki fasikül halinde yayımlatarak yeni bir gazeteciliğin başlangıcını oluşturur. Balzac bir hayli yıpranmıştır artık. Fakat İnsanlık komedyası’na hızla devam eder. Bu arada üç sayı çıkacak bir gazetenin sahibi olur.
1845’te İnsanlık Komedyası için bir taslak hazırlar. Bu taslakta 137 roman ve 2000 kişilik karakter söz konusudur. Fakat Balzac bu projeyi hayata geçiremeden 18 Ağustos 1850 yılında ölmüştür.
Ömrünün son döneminde kaleme aldığı Cesar Brittoeau, Bette Abla, Esrarlı Bir Vakıa, İki Gelinin Hatıraları ve Kibar fahişeler onun doruk noktaya çıktığı romanlardır. Bu romanlar aynı zamanda romantik çağın gündüz ve geceden oluşan iki yüzüyle gösterdiği ve artık geceden başka bir şey olmayan bir dünyanın kesin kararmasını anlatan romanlardır. Yani kısaca Balzac romantik çağın sonunun romanın yazar ve arkasında bir çok haciz davası bırakarak ölür.

Eserleri :

Vadideki Zambak, Goriot Baba, Otuzundaki Kadın, Tılsımlı Deri, Köy Hekimi, Albay Chabert, Bilinmeyen Şaheser, Mutlak Peşinde, Kırmızı Han.

 

 

 

 

 

 

 

 

Hüseyin Nihal ATSIZ



1905 - İstanbul
1975

 

Cumhuriyet dönemi yazarlarından. İstanbul'da doğdu. Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1930). Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptı, ardından kütüphanelerde çalıştı. Çeşitli türkçü dergiler çıkardı.

ESERLERİ :

Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Ruh Adam.

Çıkardığı dergiler :

Atsız Mecmua, Orhun, Orkun, Ötüken.

Bundan başka Edirneli Nazmi, Türk Edebiyatı Tarihi (üç cilt), Türk Ülküsü (makaleler) gibi eserleri de vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Hüseyin Rahmi GÜRPINAR



19 Ağustos 1864 - İstanbul
8 Mart 1944 - Heybeliada

 

Hüseyin Rahmi Gürpınar 19 Ağustos 1864'te İstanbul'da doğdu.8 Mart 1944'te Heybeliada'da yaşamını yitirdi. Heybeliada'daki Abbas Paşa Mezarlığı'na defnedildi. Hünkar yaveri Mehmet Sait Paşa'nın oğlu. 3 yaşında iken annesinin ölümü üzerine Girit'te bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula başladı. Babası tekrar evlenince 6 yaşında iken İstanbul'a anneannesinin yanına döndü. Yakubağa mektebi, Mahmudiye Rüşdiyesi ve idadide öğrenim gördü. 1878'de Mekteb-i Mülkiye'ye girdi. Hastalık nedeniyle mezun olamadı. Kısa bir süre Adliye Nezareti Ceza Kalemi'nde memur, Ticaret Mahkemesi'nde Azâ Mülazımı olarak çalıştı. 1887'de Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başladı. İkdam ve Sabah gazetelerinde mütercimlik ve muharrirlik yaptı. İkinci Meşrutiyet döneminde 37 sayı süren "Boşboğaz ve Güllâbi" adlı bir gazete çıkardı. İbrahim Hilmi Bey ile birlikte çıkardığı "Millet" gazetesi de uzun ömürlü olmadı. Eserleri İkdam, Söz, Zaman, Vakit, Son Posta, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımlandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 5. ve 6. dönemlerinde Kütahya milletvekili oldu. Siyasetten ayrıldı. Ömrünün son otuz yılını Heybeliada'daki köşkünde yazılarıyla uğraşarak geçirdi.

ESERLERİ:

ROMAN:

Şık (1889) İffet (1896) Mutallâka (1898) Mürebbiye (1899) Bir Muadele-i Sevda (1899) Metres (1900) Tesadüf (1900) Şıpsevdi (1911) Nimetşinas (1911) Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912) Gulyabani (1913) Cadı (1912) Sevda Peşinde (1912) Hayattan Sayfalar (1919) Hakka Sığındık (1919) Toraman (1919) Son Arzu (1922) Tebessüm-i Elem (1923) Cehennemlik (1924) Efsuncu Baba (1924) Meyhanede Hanımlar (1924) Ben Deli miyim (1925) Tutuşmuş Gönüller (1926) Billur Kalp (1926) Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu (1927) Mezarından Kalkan Şehit (1928) Kokotlar Mektebi (1928) Şeytan İşi (1933) Utanmaz Adam (1934) Eşkıya İninde (1935) Kesik Baş (1942) Gönül Bir Yel Değirmenidir Sevda Öğütür (1943) Ölüm Bir Kurtuluş mudur (1954) Dirilen İskelet (1946) Dünyanın Mihveri Para mı Kadın mı (1949) Deli Filozof (1964) Kaderin Cilvesi (1964) İnsanlar Maymun muydu (1968) Can Pazarı (1968) Ölüler Yaşıyor mu (1973) Namuslu Kokotlar (1973)

ÖYKÜ:

Kadınlar Vaizi (1920)Namusla Açlık Meselesi (1933)Katil Bûse (1933)İki Hödüğün Seyahati (1934)Tünelden İlk Çıkış (1934)Gönül Ticareti (1939)Melek Sanmıştım Şeytanı (1943)Eti Senin Kemiği Benim (1963)

OYUN:

Hazan Bülbülü (1916)Kadın Erkekleşince (1933)Tokuşan Kafalar (1973)İki Damla Yaş (1973)Gülbahar Hanım

TARTIŞMA:

Cadı Çarpışıyor (1913)Şekavet-i Edebiye Tartışmaları (1913) Sanat ve Edebiyat (Ölümünden sonra H. A. Önelçin derledi, 1972)

 

 

 

 

 

 

 

 

John STEINBECK



1920 - AMERİKA
1968 - AMERİKA

 

1920 yılında doğdu. California’da bir ırgat ailenin çocuğu olan John Steinbeck, yaşıtları gibi küçük yaşlarda çiftçilik yaptı. Üniversitede okuyabilmek için duvarcılık, boyacılık, kapıcılık, eczacılık işleri yaptı.
27 yaşında ilk romanı "Altın Kadeh" i yazdı. Bu yıllarda; balıkçılar, serseriler ve her türden renkli kişilerle ilişkiler geliştirdi. John Steinbeck’in eserlerini, imgelerden bolca yararlanan "sanatsal" eserler olmaktan çok, yüzyılın başında önemli toplumsal değişimler yaşanan topraklarda, toplumsal gerçekliğin, ayrıntılı bir gözleme dayanan, tamamıyla gerçekçi birer yansıtılışıdır. 1968 yılında öldü.
En önemli eseri olan "Gazap Üzümleri" romanında, tarımdaki hızlı kapitalistleşme sürecini anlatır. "Fareler ve İnsanlar", "Sardalya Sokağı", "Cennetin Yolu", yazarın diğer önemli eserleri arasındadır. California’daki ırgatların grevini "Bitmeyen Kavga" adlı romanında anlatmıştır.

Eserleri :

Altın Kadeh, Gazap Üzümleri, Fareler ve İnsanlar, Sardalya Sokağı, Cennetin Yolu, Bitmeyen Kavga

 

 

 

 

 

 

 

 

Kemalettin KAMU



15 Eylül 1901 - Bayburt
6 Mart 1948 - Ankara

 

Kemalettin Kamu 15 Eylül 1901'de Bayburt'ta doğdu. İstanbul Erkek Öğretmen Okulu'ndayken Anadolu'ya geçti. Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi'nde (bugünkü adıyla Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü) çalıştı. Okulunu bitirdikten sonra Anadolu Ajansı'nda çalıştı. 1933'te Paris'e gitti ve siyasal bilgiler eğitimi gördü. Erzurum ve Rize milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girdi. 6 Mart 1948'de Ankara'da öldü. Hece ölçüsü kullandığı şiirleriyle Milli edebiyat akımına bağlı bir şair olarak bilinir. Şiirlerinde aşk, gurbet ve yurtseverlik konularını işlemiştir.

ESERLERİ:

Şiirleri Rıfat Necdet Evrimer'in "Kemalettin Kamu, Hayatı, Şahsiyeti ve Şiirleri" (1949) adlı kitabında toplanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Kemal TAHİR



15 Nisan 1910 - İstanbul
21 Nisan 1973 - İstanbul

 

Asıl ismi İsmail Kemalettin Demir. 15 Nisan 1910'da İstanbul'da doğdu. Deniz subayı olan babası Sultan II. Abdulhamid'in yaverlerindendi. İlkokulu muhtelif okullarda, rüştiyeyi Kasımpaşa'daki Cezayirli Hasan Paşa Rüştiyesi'nde okudu. Galatasaray Lisesi'nde iken öğrenimini yarım bırakıp çalışmaya başladı. Avukat katipliği, Fransızların idaresindeki Zonguldak Kömür İşletmeleri'nde ambar memurluğu yaptı. İstanbul'da Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde düzeltmenlik, röportajcılık, çevirmenlik yaptı. Yedigün, Karikatür dergilerinde sayfa sekreteri oldu, Karagöz gazetesinde başyazarlık, Tan gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. Nazım Hikmet'le beraber Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde "askeri isyana teşvik" suçlamasıyla yargılandı. 15 yıl hapse mahkum edildi. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya ve Nevşehir cezaevlerinde yattı. 1950'de genel afla özgürlüğüne kavuştu. İstanbul'a döndükten sonra bir süre İzmir Ticaret gazetesinin İstanbul temsilciliğini görevinde bulundu. 6-7 Eylül olayları sırasında tekrar gözaltına alındı. Harbiye Cezaevi'nde 6 ay yattı. Çıktıktan sonra 14 ay kadar Düşün Yayınevi'ni yönetti. 1960'tan sonra tümüyle edebiyata yönelen ve hayatını romanlarının geliriyle sürdüren Kemal Tahir, 21 Nisan 1973 tarihinde İstanbul'da öldü.

Kemal Tahir'in bir ilginç özelliği Türkçe Mayk Hammer romanlarının da yazarı olması. M. Kemalettin, 1925'li yıllarda taklit Sherlock Holmes öyküleri yazmış ve yayınlatmıştı. Yıllar sonra taklit edilen detektif Mayk Hammer oldu. Oğuz Alpçin (Hayalet Oğuz), Afif Yesari ve Kemal Tahir de Mike Hammer romanları yazdılar. Çağlayan Yayınevi'nden çıkan ve erotik kapakları ile -o yıllar için- daha da çarpıcı ve çekici hale gelen bu seride, Kemal Tahir; F.M.İkinci takma ismini kullandı. Bugün sahaflarda bulabileceğiniz Mayk Hammer'ler mutlaka bu yazarlardan birine aittir ve asıllarına tercih edilebilirler.

ESERLERİ

ROMAN:

Sağır Dere, Esir Şehrin İnsanları, Körduman, Rahmet Yolları Kesti, Yedi Çınar Yaylası, Köyün Kamburu, Esir Şehrin Mahpusu, Kelleci Memet, Yorgun Savaşçı, Bozkırdaki Çekirdek, Devlet Ana, Kurt Kanunu, Büyük Mal, Yol Ayrımı, Namusçular, Karılar Koğuşu, Hür Şehrin İnsanları, Damağası, Bir Mülkiyet Kalesi.

HİKAYE:

Göl İnsanları.Notlar:Kemal Tahir'in Notları

 

 

 

 

 

 

 

 

Lev Nikolayeviç TOLSTOY



9 Eylül 1828 - RUSYA
7 Kasım 1910 - RUSYA

 

Bu dönemde otobiografik eserler olan Çocukluk, İlk Gençlik ve Gençlik’i ve ayrıca Tipi, İki Süvari Subayı ve Toprak Ağası’nın Sabahı’nı yazdı. Bu ilk başarılarından sonra kendini edebiyata adamaya karar veren Tolstoy, savaştan sonra St. Petersburg’a gitti, fakat burada birini radikal demokrat N. Çernişevski, diğerini muhafazakar liberal I. Turgenyev’in temsil ettiği iki edebi kampla anlaşamayarak 1857’de İsviçre, Almanya ve Fransa’yı kapsayan bir seyahate çıktı. Bu dönemde eğitim kurumlarıyla ilgilenmeye başladı ve Rusya’ya dönerek çiftliğindeki köylü çocukları için bir okul açtı. 1860’ta ikinci bir Avrupa seyahatine çıkarak buradaki eğitim kuramlarını ayrıntılı bir şekilde inceledi. Bu incelemelerin neticesinde, Batı’nın yapay ve maddeci uygarlığını, insanı bozan bir etken olarak görmeye başladı. Avrupa seyahatini bitirip Rusya’ya döndüğünde serflik kaldırılmıştı. Tolstoy, kendi bölgesinde eski serflerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek üzere yargıçlık görevini üstlendi.
Tolstoy, 1880’den sonra Hristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini, Ortodoks Klisesi’ni ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir tür hristiyanlık anarşizmi geliştirmeye başladı. Düşüncelerini açıkladığı ‘‘Dogmatik Teolojinin Eleştirisi’’, ‘‘O Halde Ne Yapmalıyız?’’ ve ‘‘Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir’’ adlı makalelerin yayımlanmasından sonra 1901’de Kilise tarafından afaroz edildi. Bu dönemde yazdığı “İvan İlyiç’in Ölümü”, “Kreutzer Sonat”, “Hacı Murat” ve son büyük romanı sayılabilecek “Diriliş” gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlâksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten Kilise’yi yadsıyışına işaret eder.
1900’lerden itibaren bir yandan mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle ailesiyle arası açılırken, diğer yandan aydın Rus gençleri arasında giderek daha çok tanındı. Bu ikisi, derin bunalımını ve manevi yalnızlığını arttırdı. 7 Kasım 1910’da ailesini terk etmeye karar vererek yanına en küçük kızı ve doktoruyla yola çıktı. Ancak birkaç gün sonra Astapovo tren istasyonunda zatürreden ölmüş olarak bulundu.

ESERLERİNDEN BAZILARI

Savaş ve Barış

Lev Tolstoy,1863-1868 yılları arasında sürekli ve yoğun bir çaba sonucunda ürettiği ünlü başyapıtı "Savaş ve Barış"ın temel özelliğini şöyle belirtiyor."Bu yapıt bir roman değildir, bir şiir de değildir, bir tarih kroniği hiç değildir. "Savaş ve Barış", dile geldiği biçim içinde, yazarın dile getirmek istediği ve getirebildiği şeydir.(Arka Kapak)


Kroyçer Sonat
Kroyçer Sonat, bir tren yolculuğu öyküsüyle başlıyor, insanoğlunun ruhunun derinliklerinde uyuyan şiddete, kıskançlığa, zavallılığa uzanıyor. Hacı Murat, on dokuzuncu yüzyıl Kafkas halkları arasında efsaneleşen, Şeyh Şamil' le davalıdır. Yurt edinme, hayata tutunma, bağımsızlık, tutsaklık, ihanet ve iktidar sarmalında biçimlenen bir davanın kahramanıdır. Zayıflıklarının ve gücünün farkında bir kahraman. Acımasız bir coğrafyanın geniş yürekli insanları arasındaki iktidar mücadelesinde taraf olmak zorunda kalmıştır; Rusları da sevmez, Şeyh Şamil' i de. Seçeneksiz kalmak, bütün duygulardan arınmanın başlangıcı ve sonucu belki de. Savaş bazı insanların kaderidir. Tıpkı inanmasa da taraf olmak zorunda kalmak gibi. Aslolansa direnmek. Her koşulda direnmek ve ayakta kalmak. Tolstoy, ölümüne direnen bir kahramanı yazarak sonsuza taşıyor. (Arka Kapak)


Anna Karenina
Anna Karenina, Rusların kendi ülkelerini ve dönemin aristokratlarını en doñru yanlarıyla yansıtan bir romandır. Diriliş, insanca şefkatin en güzel, belki de en doğru sözlü şiirlerinden biridir. Ben bu yapıtta Tolstoy'un ışıklı gözlerini, içe işleyen açık mavi gözlerinin bakışını, öbür yapıtlarında olduğundan çok daha açık olarak görüyorum. Bu bakış doğrudan doğruya ruha gider.- Romain Rolland-Diriliş'i vakit buldukça, bölüm bölüm değil, bir kerede, soluk almamacasına okudum. Burada ilgi çekmeyen tek şey, Nehludov'la Katya arasındaki ilişkilerdir. İlgi çekici yanlarsa prensler, generaller, köylüler, mahsuplar, gardiyanlardır.- Çehov-(Arka Kapak)


Çocukluk
Tolstoy, yaşadığı yüzyıla olduğu kadar günümüz dünya edebiyatına da mührünü Fakat insanların çoğunluğu bu eserleri anlamıyorsa, onları anlamayı mümkün kılan gerekli bilgi bu insanlara öğretilmeli ve açıklanmalıdır. Ancak kolaylıkla anlaşılabilir ki; böyle bir bilgi yoktur. Bu eserler açıklanamaz. 'Çoğunluk bu iyi sanat eserlerini anlamıyor,' diyenler de hala bu eserleri açıklayamamakta ve sadece bize onları anlamak için tekrar tekrar okumamız, görmemiz ve duymamız gerektiğini söylemektedirler. Oysa bu bir açıklama değildir, sadece alıştırmaktır. İnsanlar kendilerini herhangi bir şeye, hatta en kötü şeylere bile alıştırabilirler. İnsanlar nasıl kendilerini kötü yiyeceklere, sert içkiye, tütüne ve afyona alıştırıyorlarsa, aynı şekilde kötü sanata da alıştırabilirler. Yapılan şey, kesinlikle budur.(Arka Kapak)

 

 

 

 

 

 

 

 

Mehmet Akif ERSOY



1873 - İstanbul
27 Aralık 1936 - İstanbul

 

Mehmet Akif Ersoy 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi. Rüştiye'de "hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi. Fatih Camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. 1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurdu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayınladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen 10 yıl boyunca hiçbir şey yayınlamadı. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar ve şiirler yazmaya başladı. 1913'te Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdi. 1. Dünya Savaşı sırasında istihbarat teşkilatı Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül-Hikmet-ül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı.

İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasadışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayınlanmaya başladı ve Mehmed Âkif burada Milli Mücadele'ye katkısını sürdürdü. Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi.Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, daha sonra sürekli olarak Mısır'da yaşamaya karar verdi. 1926'dan başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Bu gönüllü sürgün hayatı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve 27 Aralık 1936'da İstanbul'da yaşamını yitirdi.

ESERLERİ:

Safahat (1911)Süleymaniye Kürsüsünde (1912)Hakkın Sesleri (1913)Fatih Kürsüsünde (1914)Hatıralar (1917)Âsım (1919)Gölgeler (1938)

 

 

 

 

 

 

 

 

Melih Cevdet ANDAY



1915 - İstanbul
28 Kasım 2002 - İstanbul

 

1915 yılında İstanbul'da doğdu. Ankara Gazi Lisesi'ni bitirdi. Toplumbilim öğretimi için gittiği Belçika'da iki yıl kaldı. MEB Yayım Müdürlüğü'nde çalıştı.Kitaplık memurluğu, çevirmenlik, öğretmenlik yaptı. Cumhuriyet Gazetesi'nde yazdı.

Şiir kitapları:

Garip (Orhan Veli ve Oktay Rıfat'la birlikte, 1941), Rahatı Kaçan Ağaç (1946), Telgrafhane (1952), Yan Yana (1956), Kolları Bağlı Odysseus (1962),Goecebe Denizin Üstünde (1970), Teknenin Ölümü (1975), Sözcükler (Bütün Şiirleri, 1978), Olumsuzluk Ardında Gılgamış (1981), Tanıdık Dünya (1984),Güneşte (1989).

 

 

 

 

 

 

 

 

Memduh Şevket ESENDAL



1883 - Çorlu
1952

 

Türk roman ve hikaye yazarı. Çorlu'da doğdu. Belirli bir öğrenim göremedi, kendi kendini yetiştirdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti müfettişliğinde, Azerbaycan Elçiliği'nde bulundu, öğretmenlik ve gazetecilik yaptı. Cumhuriyetin ilanından sonra İran, Afganistan elçiliklerinde bulundu. Milletvekili olarak Büyük Millet Meclisi'ne katıldı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği yaptı.
1925 yılında Meslek Dergisi'ndeki hikayeleri ile edebiyat yaşamına katıldı. Ancak bu tarihten sonra edebiyat çalışmalarına uzun bir ara vererek 1946'dan sonra sanat ve edebiyat dergilerindeki edebi yazıları ve yayımladığı hikayelerle isim yaptı.
Günlük yaşamdan aldığı konuları gerçekten birisi ile sohbet eder gibi sade bir hava içinde, benzetmelere gitmeden büyük bir sadelikle yazdı. Hikayelerindeki kişileri derin bir gözlem gücüyle, yalın bir anlatımla inceledi. Tüm ruhsal durumlarını başarılı bir biçimde yansıttı.

Eserleri :

Ayaşlı ve Kiracıları (roman), Temiz Sevgiler, Ev Ona Yakıştı (hikayeleri).

 

 

 

 

 

 

 

 

Muallim NACİ



1850 - İstanbul
13 Nisan 1893 - İstanbul

 

Muallim Naci 1850'de İstanbul'da doğdu. 13 Nisan 1893'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl adı Ömer'dir.Babasının ölümü üzerine 7 yaşında dayısının yanına Varna'ya gitti. Orada medrese öğrenimi gördü. Varna Rüştiyesi'nde öğretmenlik yaptı. Sait Paşa'nın özel kâtibi olarak Rumeli ve Anadolu'nun birçok kentini dolaştı. İlk şiirlerini 1867'den başlayarak yazdı. "Naci" takma ismini kullandı. İstanbul'a geldi. Memuriyetten ayrıldı. 1883'te Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebiyat sayfasını yönetmeye başladı. "Mesud-ı Harabî" takma adıyla yayımladığı eski tarz gazelleriyle büyük ün yaptı. Tercüman-ı Hakikat'i eski edebiyat yanlılarının sözcüsü durumuna getirmekle suçlandı. İstifa etti. Saadet, Tarik, Mürüvvet, Mirsad, İmdadü'l Midad gazeteleriyle, kendi çıkardığı Mecmua-i Muallim dergisinde yazılarını sürdürdü. Galatasaray Lisesi ve Mekteb-i Hukuk'ta edebiyat dersleri de verdi. Yeni edebiyat tarzının ağırlık kazanması sonucu eski edebiyatın temsilcisi sayıldı. Recaizade Mahmut Ekrem ve çevresindeki genç şairlerle giriştiği tartışmalar, döneminde Türk edebiyatına yeni bir soluk getirdi. Aruzu ustalıkla kullandı. Ama diğer nazım biçimleriyle de yazılar yazdı. Servet-i Fünûncuları etkiledi. Şiirinin yanında edebiyat tarihi ve sözlük çalışmalarıyla da ilgi çekti. Victor Hugo, S. Prudhomme, Alphonse de Musset ve Emile Zola'dan Türkçe'ye çeviriler yaptı.

ESERLERİ :

ŞİİR: Terkib-i Bend-i Muallim NaciAteşpare (1883) Şerâre (1884) Fürûzan (1885) Sümbüle (1889) Yadigâr-ı Naci

ELEŞTİRİ: Muallim (1886) Demdeme (1886)

ANI: Medrese Hatıraları (1885) Ömer'in Çocukluğu (1890-1969)

SÖZLÜK: Lügat-ı Naci (1891-1978)

ARAŞTIRMA: Osmanlı Şairleri (1890-1986) İstilahât-ı Edebiyye (1890-1984) Esâmi (1890)

MEKTUP: Muhaberat ve Muhaverat (1884) Şöyle Böyle (1884) Mektuplarım (1886)

OYUN: Heder (ölümünden sonra, 1908)

 

 

 

 

 

 

 

 

Namık KEMAL



21 Aralık 1840 - Tekirdağ
2 Aralık 1888 - Sakız Adası

 

Namık Kemal 21 Aralık 1840'ta Tekirdağ'da doğdu, 2 Aralık 1888'de Sakız Adası'nda öldü. Asıl adı Mehmed Kemal. Namık adını ona şair Eşref Paşa verdi. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa'nın yanında, Rumeli ve Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşlarında İstanbul'a babasının yanına döndü. 1863'te Babıali Tercüme Odası'na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865'te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın nedeniyle 1867'de kapatıldı.Namık Kemal, İstanbul'dan uzak olması için Erzurum'a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa'nın çağrısı üzerine Ziya Paşa'yla birlikte Paris'e kaçtı. Bir süre sonra Londra'ya geçerek Mustafa Fazıl Paşa'nın parasal desteğiyle Ali Suavi'nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi'yle anlaşamadı, Muhbir'den ayrıldı. 1868'de gene Fazıl Paşa'nın desteğiyle Hürriyet adı altında başka bir gazete çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklar yüzünden, Avrupa'da desteksiz kalınca, 1870'te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa'nın çağrısıyla İstanbul'a döndü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872'de İbret gazetesini kiraladı. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete 4 ay kapatıldı. İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı.Orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistire oyunu, 1873'te Gedikpaşa Tiyatrosu'nda sahnelendi. Oyunu izleyenler galeyana gelip olay çıkardı. Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa'ya sürgüne gönderildi.1876'da I. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi'yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca Meclis-i Mebusan kapatıldı, Namık Kemal tutuklandı. Midilli Adası'na sürüldü. 1879'da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884'te Rodos, 1887'de Sakız Adası'na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu'da Bolayır'da gömüldü. Şiirlerini küçük yaşlardan itibaren yazdı. Şinasi'yle tanışıncaya değin, şiirlerinde tasavvuf etkileri görülür. Bu dönemde özellikle Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib gibi şairlerden etkilendi. En önemli özelliklerinden biri, Türk şiirini Divan şiirinin etkisinden kurtarmaya çalışması. Vatan Şairi diye de isimlendirildi. Tiyatroya özel bir önem verdi, altı oyun yazdı. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistre, Avrupa'da da ilgi uyandırdı ve beş dile çevrildi. İlk romanı İntibah 1876'da yayımlandı. Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de İntibah Türk romanında bir başlangıç sayılır. Romanı ve tiyatroyu toplumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleştirisini de Türkiye'ye ilk getiren kişilerden biri oldu. En önemli eleştiri eserleri Tahrib-i Harâbât ile Takip'tir. Gazeteci olarak da Türk kültürü içinde önemli bir yeri vardır. Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazıları yayımlandı. Siyasal ve toplumsal sorunlardan edebiyat, sanat, dil ve kültür konularına dek çok çeşitli alanlarda yazdığı makalelerin sayısı 500 kadar.

ESERLERİ:

OYUN: Vatan Yahut Silistre (1873, yeni harflerle 1940) Zavallı Çocuk (1873, yeni harflerle 1940) Akif Bey (1874, yeni harflerle 1958) Celaleddin Harzemşah (1885, yeni harflerle 1977) Kara Bela (1908)

ROMAN: İntibah (1876, yeni harflerle 1944) Cezmi (1880, yeni harflerle 1963)

ELEŞTİRİ: Tahrib-i Harâbât (1885) Takip (1885) Renan Müdafaanamesi (1908, yeni harflerle 1962) İrfan Paşa'ya Mektup (1887) Mukaddeme-i Celal (1888)

TARİHİ KİTAPLAR: Devr-i İstila (1871) Barika-i Zafer (1872) Evrak-ı Perişan (1872, yeni harflerle 1973) Kanije (1874) Silistire Muhasarası (1874, yeni harflerle 1946) Osmanlı Tarihi (1889, ölümünden sonra, yeni harflerle 3 cilt, 1971-1974) Büyük İslam Tarihi, (1975, ölümünden sonra)

 

 

 

 

 

 

 

 

Nazım Hikmet RAN



1902 - Selanik
1963 - Moskova

 

Selanik'te doğdu. Heybeliada Harbiye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazörü güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten çıkarıldı. Bolu'da bir süre öğretmenlik yaptı, daha sonra Trabzon üzerinden Batum'a, oradan da Moskova'ya geçti. Kutv Üniversitesi'nde ekonomi politik öğrenimi gördü. 1924'te yurda döndü. Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince Moskova'ya kaçtı. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1932'de yeniden dört yıl hapse mahkum olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı. 1938'de Harp Okulu'ndaki aramalarda ele gecen şiir ve kitaplarıyla orduyu kışkırttığı ileri sürüldü ve 28 yıl 4 aya hüküm giydi. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca tekrar Moskova'ya kaçtı. 25 Temmuz 1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. Bunun üzerine Nazım, Polonya uyruğuna geçti. 1963'te öldü. Moskova'da toprağa verildi. Mezarı oradadır.

Şiir Kitapları:

853 Satır (1929), Jokand ile Si-Ya-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=1 (Nail V. ile birlikte, 1930), Sesini Kaybeden Şehir (1931), Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932), Gece Gelen Telgraf (1932), Taranta Babu'ya Mektuplar (1935), Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936), Kurtuluş Savaşı Destanı (1965), Saat 21-22 Şiirleri (1965), Rubailer (1966), Dört Hapishaneden (1966), Yeni Şiirler (1966), Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967), Son Şiirleri (1970).

 

 

 

 

 

 

 

 

Necati CUMALI



1921 - Florina

 

Türk şairi ve yazarı. Florina'da doğdu. Ankara Hukuk Fakültesi'nde yüksek öğrenimini tamamladı. Memurluk, avukatlık, basın ataşeliği, radyoda redaktörlük gibi çeşitli görevlerde bulundu.
Edebiyat alanına 1939 yılında Urla Halkevi Dergisi'nde yayımlanan bir şiiri ile girdi. Bir süre çeşitli sanat dergilerinde şiirleri yayımlandı. Daha sonra hikaye ve sahne oyunları alanında isim yaptı.
Şiirlerinde çoklukla yaşama sevinci, yaşama bağlılık gibi temiz duyguları dile getirir. Dünya Savaşı'nın genç insanlar üzerinde uyandırdığı tepkiyi ve üzüntüyü Harbe Gidenlerin Şarkıları başlıklı şiirlerinde ustalıkla işlemiştir. Hikayelerinde ve sahne oyunlarında özellikle Ege Bölgesi halkının dertlerini, yaşantılarını akıcı bir dille yansıtır.

Kazandığı bazı ödüller şunlardır :

1957 Sait Faik Armağanı (Değişik Gözle), 1977 Sait Faik Armağanı (Makedonya 1977), 1979 Türk Dil Kurumu Ödülü (Yağmurlu Deniz).

Başlıca kitapları :

Kızılçullu Yolu, Harbe Gidenlerin Şarkıları, Mayıs Ayı Notları, Güzel Aydınlık, İnbatla Gelen, Güneş Çizgisi (şiir kitapları), Yalnız Kadın, Değişik Gözle, Ay Büyürken Uyuyamam, Dila Hanım (hikayeleri), Tütün Zamanı, Aşk da Gezer (roman), Boş Beşik, Susuz Yaz, Mine, Nalınlar, Derya Gülü (oyunları), Memleket Özlemi, Apollinaire'den Şiirler (çevirileri).

 

 

 

 

 

 

 

 

Necip Fazıl KISAKÜREK



26 Mayıs 1905 - İstanbul
25 Mayıs 1983 - İstanbul

 

Necip Fazıl, 26 mayıs 1905'de, Abdülbaki Fazıl Bey ve Mediha Hanım'ın ilk çocukları olarak İstanbul'da, Çemberlitaş civarında bir konakta dünyaya geldi. Babası, küçük Necip'in doğumundan sonra hukuk mektebini bitirmiş, bazı memuriyetlerde bulunmuş silik bir şahsiyet. Konağın otoritesi olan büyük baba Mehmet Hilmi Efendi cinayet mahkemesi reisliğinden emekli olup aslen Maraşlı'dır ve Dulkadir oğullarına kadar uzanan Kısakürekler sülalesinden gelir. Necip Fazıl'ın çocukluğu, torununu şımartacak kadar seven bu büyük babanın himayesinde, bu kalabalık konakta, dadılar, mürebbiyeler, lalalar arasında geçer. İlerde, bu konakta geçen çocukluğuna ait hatıraların izleri, eserlerinden bazılarına aksedecektir; “Bir yalnızlık gecesinin vehimleri” hikayesi gibi). Necip Fazıl'ın ilköğrenimi, çeşitli okullarda kesintili ve düzensiz bir şekilde geçmiştir. Önce Gedikpaşa'da bir Fransız mektebinde, Büyükdere Emin Efendi mahalle mektebinde, Vaniköy Mekteb-i İttihat mektebinde (Peyami Safa bu mektepte mubassır: gözeticidir) okur. Nihayet Heybeliada Numune Mektebi'nden diploma alır. O yıl Heybeliada'daki bahriye Mektebi'ne (Askeri Deniz Lisesi) yazılır. Namzet (subay adayı) ve harp sınıflarında beş yıl okuduğu bu okuldan da diploma alamayarak ayrılır. Ancak burası ona Edebiyatın kültürünü ve zevkini aşılamıştır. İlk şiirlerini ve nesirlerini burada yazmaya başlamıştır. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi (Eski Diyanet İşleri Başkanı Aksekili Hamdi Efendi), Hamdullah Suphi (Tanrıöver) bu okuldaki hocaları arasındadır. 1925'lerde yazdığı, hikaye kitaplarına girmemiş Lö Sid adlı hikayesi, bu okulda, hocası Yahya Kemal'le ilgili bir hatırasından kaynaklanır. Aynı okulda, hatıralarında “Derin irfan sahibi... edebiyat ve felsefeden riyaziye ve fiziğe kadar nüfuz edebilmiş.. birkaç risalecikten başka hiçbir şey neşretmemiş” bir de edebiyat hocası vardır: İbrahim Aşki Efendi. Necip Fazıl'ın daha sonraları tasavvufa yönelmesinin ilk teşvikleri bu nev'i şahsına mahsus insandan gelmiştir. Bahriye Mektebi'nden ayrılan Necip Fazıl 1921'de Darülfünun felsefe şubesine yazılır. Bu öğrenimini de tamamlayamaz. Hükümetin açtığı bir müsabakayı kazanarak burs alır ve felsefe öğrenimi için Paris'e gider. Burada da düzenli bir öğrenci değildir. Kısmen sanat çevrelerinde bulunursa da, Paris'in eğlence hayatı onu daha çok çeker ve hatıralarındaki ifadesi ile bir bohem hayatı yaşar. Türkiye'ye dönüşünde, İstanbul'da ve Anadolu'da milli ve yabancı bazı bankalarda memuriyet ve müfettişliklerde bulunan Necip Fazıl, değişik süre ve aralıklarla bir Fransız mektebinde, Ankara Devlet Konservatuarında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde ve Robert Kolej'de çeşitli dersler vermiştir. Bu arada felsefedeki öğrenciliğinden beri girmiş olduğu basın çevresi, kendisi için meslek hayatı olarak daha çekici ve eser vermesine daha müsait gördüğünden 1942'den sonra aylıklı memuriyetlerden ayrılmıştır. Bu tarihten sonra bütün geçimini yazılarından ve yayın mesleğinden sağlamıştır. Son yıllarına kadar Büyük Doğu dergisinin ve Büyük Doğu yayınlarının sahibi ve yazarı olduğu gibi, bazı günlük gazetelerde de zaman zaman fıkra ve makaleleri yayınlanmaktaydı. Necip Fazıl Kısakürek uzunca süren fakat fikri faaliyetini ve yazı yazmasını engellemeyen bir hastalıktan sonra Erenköy'deki evinde 25 Mayıs 1983'te ölmüştür.

 

 

 

 

 

 

 

 

Nihad Sami BANARLI



1907 - İstanbul
1974

 

Cumhuriyet dönemi yazarlarından. İstanbul doğumlu. Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Edirne'de öğretmenliğe başladı. İstanbul Kabataş ve Galatasaray liselerinde, Eğitim Enstitüsü'nde öğretmenlik yaptı. Yüksek Öğretmen Okulu'ndan emekliye ayrıldı. Uzun bir süre haftalık Yedi Gün dergisinin edebiyat sayfasını yönetti. Hürriyet ve Meydan gazetelerinde edebiyat konuşmaları yazdı. Yahya Kemal Enstitüsü kurucularından olan yazarın Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuasını, Yahya Kemal Yaşarken, Yahya Kemal'in Hatıraları adlı kitapları dışında Türkçenin sırları, Şiir ve Edebiyat Sohbetleri, Bir Dağdan Bir Dağa, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri ve Kültür Köprüsü gibi eserleri de var. Yazarın, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi adlı kitabı değişik tarihlerde yayımlandı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Nikolay GOGOL



1809 - UKRAYNA
1852

 

Rus yazarı. Ukrayna'da doğdu. Küçük yaşta öksüz kalan yazar, Petersburg'da çalışmaya gidip değişik işlerde çalıştı. Bunların yanı sıra edebiyatla da uğraşıyordu. İlk öyküleri vatan hasretiyle yazılmış Ukrayna üzerinedir. 1835'te büyük bir üne kavuştu. Daha sonra Müfettiş adlı piyesi ile dünyaca ün kazandı ve oyunu her yerde oynadı. Rus edebiyatında karamizah gerçekçiliğiyle gerçekçiliğin de kurucularındandır.

Eserleri :

Palto (oyun), Ölü Canlar, Portre, Eski Zaman Beyleri, Üç Hikâye, Bir Delinin Hatıra Defteri.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Nurullah ATAÇ



1889 - İstanbul
1957

 

Türk deneme ve eleştiri yazarı. istanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'nden sonra bir süre Edebiyat Fakültesi'ne devam etti. Burayı tamamlamadan ayrıldı, Fransızca öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Bir süre memurluk yaptı. Çeşitli okullarda öğretmenliklerde bulundu. Son olarak da Cumhurbaşkanlığı'nda çevirmen olarak çalıştı. Sanat yaşamına, ilkin 1921 yılında Dergâh dergisinde yayımlanan şiiri ile başladı. Bu tarihten sonra çeşitli dergi ve gazetelerde şiirleri, eleştirileri, çeviri ve denemeleri yayımlandı.
Okumaya ve incelemeye büyük ölçüde önem veren Ataç, doğu ve batı edebiyatını aynı genişlikte inceleyebilmiş, her iki edebiyatı da sevmiş ve sevdirmiş bir yazar olarak kısa sürede büyük bir ün sağladı. Tüm yazılarında derin ve geniş bir kültürün etkisi kendini belli eder. Bunun yanı sıra, söyleyeceklerini cesaretle söyleyebilme özelliği, her konuda yazdıklarını önemle önemle izlenmesi sonucunu verdi. Dili son derece sade vev akıcıdır. Türk dilinin sadeleşme ve arınması akımında çok büyük katkıda bulunan bir yazar olmasının yanı sıra, özellikle devrik tümcelerden oluşan anlatısı da çok ilginçtir. Eleştirileri daima büyük yankılar uyandırmış, kendinden önce hiç tanınmayan yepyeni değerleri ortaya çıkarmıştır. Bunun yanı sıra, büyk ün sağlamış kimi sanatçıların edebi kişiliklerini kendi görüşü ile incelemesi sonucu edebiyatımızdaki değer yargılarında etken olmuştur.

Eserleri :

Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Sözdeb Söze Ararken, Diyelim, Söz Arasında, Günce, Söyleşiler, Tehlikeli İlişkiler, Taras Bulba, Vendetta, Adsız Köşk, Kumarbaz, Yeni Gelinin Anıları, Urgan, Çömlek, Üç Akçelik Kişi, Odipus Kolonos'ta, Hortlak, Özünün Celladı (Çeviriler).

Kaynaklar :

Nurullah Ataç, Hayatı, Sanatı, Eseri (Saadet Ulçugür), Ataç'ın Sözcükleri (Yılmaz Çolpan), Ataç Tiyatroda (Metin And), Ataçla Gelen (Mehmet Salihoğlu), Babam Nurullah Ataç (Meral Tolluoğlu), Nurullah Ataç (Asım Bezirci).

 

 

 

 

 

 

 

 

Oğuz ATAY



1934 - İnebolu
1977

 

Cumhuriyet dönemi roman ve hikaye yazarı. İnebolu'da 1934'te doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'ni bitirdi (1957). İ.Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Bölümü'nde öğretim üyeliği yaptı.

Başlıca kitapları :

Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Korkuyu Beklerken.

Daha sonra Günlük'ü yayımladı. Yıldız Ecevit "Oğuz Atay'da Aydın Olgusu" adıyla bir kitap yayınladı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Orhan KEMAL



15 Eylül 1914 - Adana
2 Haziran 1970 - Sofya

 

Orhan Kemal'in asıl ismi Mehmet Raşit Öğütçü'dür. 15 Eylül 1914'te Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğdu. İlk Büyük Millet Meclisi'nde Kastamonu Mebusu yapılan ve seçildiği Adalet Bakanlığından, 3 gün sonra istifa ettirilip nerdeyse tüm İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanan Abdülkadir Kemali Bey'in oğludur. Babasının, 1930'da Ahrar Fırkasını kurmak ve gazete çıkarmak yüzünden öldürülme korkusuyla Suriye'ye geçmesi üzerine, Orhan Kemal de ortaokulun son sınıfında öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Suriye ve Lübnan'da bir süre babasıyla birlikte kaldı. 1932'de Adana'ya döndü. İşçilik, dokumacılık, ambar memurluğu, katiplik yaptı. Askerliği esnasında, komünizm propagandası yapma suçlamasıyla 5 yıl hapse mahkum oldu. Cezasını çektikten sonra amelelik, sebze nakliyeciliği, Adana Verem Savaş Derneği'nde katiplik yaptı. 1950'de İstanbul'a yerleşti, hayatını yazılarıyla kazandı. Bulgaristan ve Romanya Yazarlar Birliği'nin davetlisi olarak, daha çok da tedavi amacıyla gittiği Sofya'da 2 Haziran 1970'te beyin kanamasından öldü. İstanbul'da toprağa verildi.

ESERLERİ:

ÖYKÜ: Ekmek Kavgası 1949, Sarhoşlar 1951, Çamaşırcının Kızı 1952, 72. Koğuş 1954, Grev 1954, Arka Sokak 1956, Kardeş Payı 1957, Babil Kulesi 1957, Dünyada Harp Vardı 1963, Mahalle Kavgası 1963, İşsiz 1966, Önce Ekmek 1968, Küçükler ve Büyükler (ö.s.) 1971. Öykülerinden yapılan derlemeler Bilgi Yayınevi'nce dört cilt olarak yayınlandı: I. Yağmur Yüklü Bulutlar 1974; II. Kırmızı Küpeler 1974; III. Oyuncu Kadın 1975; IV. Serseri Milyoner/İki Damla Gözyaşı 1976. Arslan Tomson, (ö.s.) 1976; İnci'nin Maceraları (ö.s.) 1979.

ROMAN: Baba Evi 1949, Avare Yıllar 1950, Murtaza 1952, Cemile 1952, Bereketli Topraklar Üzerinde 1954, Suçlu 1957, Devlet Kuşu 1958, Vukuat Var 1958, Gavurun Kızı 1959, Küçücük 1960, Dünya Evi 1960, El Kızı 1960, Hanımın Çiftliği 1961, Eskici ve Oğulları 1962 ( Eskici Dükkanı adıyla 1970), Gurbet Kuşları 1962, Sokakların Çocuğu 1963, Kanlı Topraklar 1963, Bir Filiz Vardı 1965, Müfettişler Müfettişi 1966, Yalancı Dünya 1966, Evlerden Biri 1966, Arkadaş Islıkları 1968, Sokaklardan Bir Kız 1968, Üç Kağıtçı 1969, Kötü Yol 1969, Kaçak (ö.s.) 1970, Tersine Dünya (ö.s.) 1986.

OYUN:

İspinozlar 1965, 72. Koğuş 1967

ANI:

Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl 1965

İNCELEME:

Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla İlgili Notlar 1963

RÖPORTAJ:

İstanbul'dan Çizgiler (ö.s.) 1971

 

 

 

 

 

 

 

 

Orhan Şaik GÖKYAY



1902 - İnebolu

 

Türk şairi. 1902 yılında İnebolu'da doğdu. Yüksek Muallim Mektebi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenimini tamamladıktan sonra, çeşitli okullarda öğretmenliklerde bulundu. Devlet Konservatuarı Müdürlüğü, İngiltere'de Öğrenci Müfettişliği, Londra Lektörü olarak çeşitli görevler aldı.
İlk şiirlerini aruz ölçüsü ile yazdı, 1922 yılında Açıksöz dergisinde yayımlandı. O tarihten bu yana çeşitli dergilerde yayımlanan şiirleri ve edebiyat tarihimizle ilgili araştırmalarıyla tanınmaktadır.
Şiirlerinde çoklukla yurt konularını ve ulusal konuları ele alır. Halk şiirimizin geleneklerine bağlı, duru bir dille yazdığı şiirleri lirik-epik şiir türünde başarılı örneklerdir.

Eserleri :

Bugünkü dille Dede Korkut, Kabusname, Katip Çelebi, Türklerde Karagöz (incelemeleri), Destursuz Bağa Girenler (eleştiri yazıları).

 

 

 

 

 

 

 

 

Orhan Veli KANIK



1914 - İstanbul
1950 - İstanbul

 

Türk şairi. 1914 yılında İstanbul'da doğdu. Ankara Gazi Lisesi'ni bitirdikten sonra bir süre İstanbul Üniveritesi Edebiyat Fakültesi'nde öğrenim gördü. Çeşitli memurluklarda, Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'nda çalıştı.
Kendinden söz ettiren ilk şiirlerini 1936 yılında varlık dergisinde yayımladı. şiire getirmek istediği hava, verdiği örnekler öylesine ilginç oldu ki, yurdumuzda pek görülmemiş büyük bir ilgiyle karşılandı.
Şiiri bir takıp kalıp ve şekilden kurtarma çabasındaydı. Şiiri daha kısa, daha basit ve kolay bir şekle soktu. Dili son derece duru, adeta yalın bir halk diliydi. Konusunu da o güne dek şiire girmemiş olan günlük yaşamdan, basit olaylardan seçti. Çoğu şiirlerinde yergi ve taşlamalara da yer verdi.
Şiir içe doğduğu gibi söylenmeliydi. Uyum, kelimelerden çok, sözlerin bütünlüğünde aranmalıydı.
Şiirlerinin yanı sıra başarılı çevirileriyle de kendine büyük bir ün yapmış şairlerimizdendir.

Eserleri :

Garip, Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, Karşı (şiir kitapları), Nasrettin Hoca Hikayeleri, Fransız Şiir Antolojisi (derlemeler), La Fontaine Masalları, Üç Hikaye (Gogol'dan), Antigone (Jean Anouihil'den) (çevirileri).

 

 

 

 

 

 

 

 

Özdemir ASAF



11 Haziran 1923 - Ankara
28 Ocak 1981 - İstanbul

 

11 Haziran 1923'te Ankara'da doğdu. 28 Ocak 1981'de İstanbul'da öldü. Asıl adı Halit Özdemir Arun'dur. İlk ve ortaöğreniminin bir bölümünü Galatasaray Lisesi'nde yaptı. 1942 yılında Kabataş Erkek Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi'nde, önce Hukuk Fakültesi'ne, sonra İktisat Fakültesi ve Gazetecilik Enstitüsü'ne devam ettiyse de 1947'de yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. Bir süre sigorta prodüktörlüğü yaptı. 'Zaman' ve 'Tanin' gazetelerinde çevirmen olarak çalıştı. İlk yazısı 1939'da 'Servet-i fünun-Uyanış' dergisinde çıktı. 1951'de Sanat Basımevi'ni kurarak matbaacılık yaşamına girdi. Kendi şiir kitaplarını bastı. 1955'te Yuvarlak Masa Yayınları'nı kurdu. İkilikler ve dörtlüklerden oluşan ilk şiirlerinde yoğun bir söyleyiş özelliği göze çarpar. İnsan toplum ilişkilerine yönelik temaları konu edinerek düşündürücü bir şiir evreni kurmuştur. Duygu ve düşünce yoğunluğuyla birlikte, alay ve taşlama şiirine egemen olan öğelerdir. İnsan ilişkilerinin toplumsal ve bireysel yanlarını sen ben ikileminde vermiştir. Çok kullandığı sevgi, ayrılık, ölüm temaları, son dönem şiirlerinde giderek yerini kaçış ve umutsuzluğun tedirginliğine bırakmıştır.Şiirin bir görüşü yansıtması, bir iletisinin olması düşüncesinden yola çıkmıştır. Yuvarlağın Köşeleri kitabında şiirin ve yazarın işlevi konusundaki görüşlerini dile getirmiştir. Batı şiiri ve geleneksel Türk şiirinden yararlanarak verdiği bileşim sanatını zenginleştirip geliştirmiştir.

Kitapları:

Şiir:
Dünya Kaçtı Gözüme (1955),
Sen Sen Sen (1956)
Bir Kapı Önünde (1957)
Yumuşaklıklar Değil (1962)
Nasılsın (1970)
Çiçekleri Yemeyin (1975)
Yalnızlık Paylaşılmaz (1978)
Benden Sonra Mutluluk (ölümünden sonra 1984)

Etika:
Yuvarlağın Köşeleri (1961)
Yuvarlağın Köşeleri - 2 (ö.s. 1986)

Öykü:
Dün Yağmur Yağacak (ö.s. 1987)

Otokopi, deneme:
Özdemir Asaf'ça (ö.s. 1988)

Çeviri:
Oscar Wilde-Reading Zindanı Baladı (1968)

 

 

 

 

 

 

 

 

Peyami SAFA



1899 - İstanbul
15 Haziran 1961 - İstanbul

 

Peyami Safa 1899'da İstanbul'da doğdu, 15 Haziran 1961'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Şair İsmail Safa'nın oğlu. Düzenli bir eğitim almadı. Kendi kendini yetiştirdi. 13 yaşında hayata atıldı. Posta Telgraf Nezaretinde çalıştı. Öğretmenlik (1914-1918), gazetecilik (1918-1961) yaptı. Hayatını yazıları ile kazandı. Kardeşi İlhami ile Yirminci Asır adlı bir akşam gazetesi çıkardı. Bu gazetede "Asrın hikâyeleri" ilk hikâyelerini imzasız yayınladı (1919) Ayrıca, Kültür Haftası (21 sayı, 15 Ocak-3 Haziran 1936) ve Türk Düşüncesi (63 sayı, 1953-1960) adlarında iki de dergi çıkardı. Tasvîr-i Efkâr, Cumhuriyet, Milliyet, Tercüman, Son Havadis gazetelerinde yazdı. Çok sevdiği oğlu Merve'yi askerlik hizmeti yaparken kaybedince derinden sarsıldı. Bu olaydan birkaç ay sonra İstanbul'da öldü. Edirnekapı Şehitliği'nde toprağa verildi. Fransızcayı, gramer kitabı yazabilecek kadar öğrendi. 43 yıl hiç durmadan yazdı. Güçlü bir fikir adamı, romancı ve polemikçiydi. Nâzım Hikmet Ran, Nurullah Ataç, Zekeriya Sertel, Muhsin Ertuğrul, Aziz Nesin'le girdiği polemikler unutulmaz. Ölümünden hemen önce Son Havadis gazetesi başyazarıydı. Kendince edebî değeri olmayan romanlarını "Server Bedi" ismiyle yayımladı. Sayıları 80'i bulan bu kitaplar içinde Cumbadan Rumbaya (1936) romanı ve Cingöz Recai polis hikâyeleri dizisi ünlüdür. Ayrıca ders kitapları da yazdı.

ESERLERİ:

ROMAN: Gençliğimiz (1922) Şimşek (1923) Sözde Kızlar (1923) Mahşer (1924) Bir Akşamdı (1924) Süngülerin Gölgesinde (1924) Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925) Canan (1925) Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930) Fatih-Harbiye (1931) Atilla (1931) Bir Tereddüdün Romanı (1933) Matmazel Noralya'nın Koltuğu (1949) Yalnızız (1951) Biz İnsanlar (1959)

ÖYKÜ: Hikayeler (Halil Açıkgöz derledi, 1980)

OYUN: Gün Doğuyor (1932)

İNCELEME-DENEME: Türk İnkılâbına Bakışlar (1938) Büyük Avrupa Anketi (1938) Felsefî Buhran (1939) Millet ve İnsan (1943) Mahutlar (1959) Mistisizm (1961) Nasyonalizm (1961) Sosyalizm (1961) Doğu-Batı Sentezi (1963) Sanat- Edebiyat-Tenkid (1970) Osmanlıca-Türkçe-Uydurmaca (1970) Sosyalizm-Marksizim- Komünizm (1971) Din-İnkılâp-İrtica (1971) Kadın-Aşk-Aile (1973) Yazarlar-Sanatçılar-Meşhurlar (1976) Eğitim-Gençlik-Üniversite (1976) 20. Asır- Avrupa ve Biz (1976)

DERS KİTAPLARI: Cumhuriyet Mekteplerine Millet Alfabesi (1929) Cumhuriyet Mekteplerine Alfabe (1929) Cumhuriyet Mekteplerine Kıraat (Dört cilt, 1929) Yeni Talebe Mektupları (1930) Büyük Mektup Nümuneleri (1932) Türk Grameri (1941) Dil Bilgisi (1942) Fransız Grameri (1942) Türkçe İzahlı Fransız Grameri (1948)

 

 

 

 

 

 

 

 

Recaizade Mahmut EKREM



1 Mart 1847 - İstanbul
31 Nisan 1914 - İstanbul

 

Recaizade Mahmut Ekrem 1 Mart 1847'de İstanbul'da doğdu. 31 Nisan 1914'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Özel öğrenim gördü. Mekteb-i İrfan'ı bitirdi. Çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Öğretmenlik yaptı. Şûrâ-yı Devlet ve Meclis-i Âyân üyeliği, Evkaf ve Maarif Nazırlığı yaptı. Tasvir-i Efkâr gazetesinin yönetiminde görev aldı. Hayattayken üç oğlunun ve özellikle de Nijad'ın ölümüyle yıkıldı. Sanat için sanat anlayışını savundu. Batı edebiyatının Türk edebiyatını etkilemesine karşı çıkan ve divan şiiri geleneğinin sürmesini savunan Muallim Naci ile giriştiği tartışmalar Edebiyat-ı Cedide'nin doğuşuna ortam hazırladı. Eski-yeni edebiyat tartışmalarının merkezinde yer aldı. Edebiyatımızın yenileşme ve gelişmesinde önemli katkıları oldu. Tek romanı Araba Sevdası,Türk edebiyatında gerçekçi romanın ilk örneklerinden biridir.

ESERLERİ:

ŞİİR:

Nağme-i Seher (1871) Yadigâr-ı Şebâb (1873) Zemzeme (3 cilt, 1883-1885) Tefekkür (düzyazı ile karışık, 1888) Pejmürde (düzyazı ile karışık, 1893) Nijad Ekrem (2 cilt, anılarla birlikte, 1900-1910) Nefrin (1914)

ROMAN:

Araba Sevdası (1896-1963)

ÖYKÜ:

Saime (1888) Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1890) Şemsa (1895)

OYUN:

Afife Anjelik (1870) Atala Yahut Amerikan Vahşileri (1873) Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç (1874) Çok Bilen Çok Yanılır (1916)

DÜZYAZI: Talim-i Edebiyat (1872) Takdir-i Elhan (1886) Kudemaden Birkaç Şair (1888) Takrizat (1896)

 

 

 

 

 

 

  

 

Refik Halit KARAY



1888 - İstanbul
18 Temmuz 1965 - İstanbul

 

Refik Halit Karay 1888'de İstanbul'da doğdu. 18 Temmuz 1965'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Vezneciler'de Şemsü'l-Maarif ve Göztepe'de Taş Mektep'te öğrenim gördü. Özel ders aldı. Galatasaray Lisesi ve Hukuk Mektebi'ni yarıda bıraktı. Maliye Merkez Kalemi'ne katip olarak girdi. 1908'de Servet-i Fünun'da ve Tercüman-ı Hakikat'te çalışmaya başladı. Son Havadis adıyla bir gazete kurdu, 15 sayı yayımladı. Fecr-i Ati Topluluğu'na katıldı. Kalem adındaki mizah dergisinde de "Kirpi" takma ismiyle (müstear) siyasi mizah yazıları yazdı. Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesinden sonra Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik'te sürgün hayatı yaşadı. 1918'de İstanbul'a döndü. Robert Kolej'de Türkçe öğretmenliği yaptı. Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleleri yayımlandı. Damat Ferit Paşa'nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katıldı. Posta ve Telgraf Umum Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir'in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükümeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükümetini tuttu. İstanbul'un düşman işgalinden kurtarılışının ardından 1922'de Beyrut'a kaçtı. 1938'de affın çıkmasından sonra yurda döndü. Ölünceye dek yazılarını sürdürdü.

ESERLERİ:

ROMAN: İstanbul'un İçyüzü (1920) Yezidin Kızı (1939) Çete (1939) Sürgün (1941) Anahtar (1947) Bu Bizim Hayatımız (1950) Nilgün (3 cilt, 1950-1952) Yeraltında Dünya Var (1953) Dişi Örümcek (1953) Bugünün Saraylısı (1954) 2000 Yılının Sevgilisi (1954) İki Cisimli kadın (1955) Kadınlar Tekkesi (1956) Karlı Dağdaki Ateş (1956) Dört Yapraklı Yonca (1957) Sonuncu Kadeh (1965) Yerini Seven Fidan (1977) Ekmek Elden Su Gölden (1980) Ayın On Dördü (1980) Yüzen Bahçe (1981)

ÖYKÜ: Memleket Hikayeleri (1919) Gurbet Hikayeleri (1940)

MİZAH: Sakın Aldanma İnanma Kanma (1915) Kirpinin Dedikleri (1918) Agop Paşa'nın Hatıraları (1918) Ay Peşinde (1922) Tanıdıklarım (1922) Guguklu Saat (1925)

GÜNCE: Bir İçim Su (1931) Bir Avuç Saçma (1939) İlk Adım (1941) Üç Nesil Üç Hayat (1943) Makyajlı Kadın (1943) Tanrıya Şikayet (1944)

ANI: Minelbab İlelmihrab (1946) Bir Ömür Boyunca (1980)

 

 

 

 

 

 

 

 

Reşat Nuri GÜNTEKİN



25 Kasım 1889 - İstanbul
1956 - Londra

 

Güntekin 25 Kasım 1889'da İstanbul'da doğdu. Roman, oyun ve öykü yazarıdır. Yapıtlarında her kesimden bireyi ve farklı toplumsal ortamları güçlü bir gözlemcilik ve gerçekçilikle betimlemiş, çağdaş Türk edebiyatının okur kitlesinin genişlemesine önemli katkılarda bulunmuştur. İlk öğrenimini Çanakkale'de Mekteb-i İptidai'de yaptı. Çanakkale İdadisi'nde, Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) ve İzmir'de bir Fransız okulunda okudu. Sınavla girdiği Darülfünun-i Osman-i Ulum-i Edebiyye Fakültesi'ni bitirdi(1912). 1913'te Fransızca öğretmeni olarak Bursa Sultanisi'ne atandı. İstanbul'da Vefa ve Erenköy Liselerinde müdürlük yaptı(1916-1919). 1931'e değin çeşitli liselerde Türkçe, Fransızca, Edebiyat, Felsefe ve Pedagoji dersleri verdi. Ardından milli eğitim müfettişi oldu ve 1939'a değin bütün Anadolu'yu dolaştı. Bir dönem (1939-43) Çanakkale milletvekilliği yaptı. 1947'de Milli Eğitim baş müfettişliğine getirildi. 1950'de Paris'te kültür ateşeliği ve öğrenci müfettişliği yaparken, UNESCO'da Türkiye temsilciliğini de üstlendi. 1934'te emekli olduktan sonra İstanbul Şehir Tiyatroları Edebi Kurul üyeliğine seçildi. Kanser tedavisi için gittiği Londra'da öldü.

Reşat Nuri, edebiyat yaşamına 1917'de DİKEN dergisinde çıkan Eski Ahbap adlı öyküsüyle başlamıştı. 1918-19 yıllarında Zaman gazetesinde “Temaşa haftaları” başlığı altında tiyatro eleştirileri yazdı. Yazarlığının bu ilk döneminde şair, Nedim, Büyük Mecmua, İnci, Diken dergileri ile Der saadet ve Zaman gazetelerinde yayımlanan öykü, roman ve oyunlarında kendi adının yanı sıra çeşitli takma adlar da (Hayrettin Rüştü, Mehmet Ferit,Cemil Nimet)kullandı. Mizah ve magazin dergilerindeki yazılarını ise Ateşböceği, Ağustosböceği, Yıldızböceği imzaları ile yayımladı. 1922'de vakit gazetesinde tefrika edilen ve gene aynı yıl kitap olarak yayımlanan Çalıkuşu (33.bas.1987) adlı romanı ile üne kavuştu. Bu yapıtını aslında İstanbul kızı adıyla oyun olarak yazmış, o dönemin koşullarında sahneleme olanağı bulamayınca romana dönüştürmüştü. Türk edebiyatında gerçekçi yönelimin ilk örneklerinden sayılan Çalıkuşu, dili, anlatımındaki rahatlığı, duygusal yanlarıyla uzun yıllar elden düşmeyen bir yapıt olarak kalmış, sinema ve TV'ye de uyarlanmıştır. Romanda bir aşk ilişkisinde düş kırıklığına uğrayan,iyi eğitim görmüş, İstanbullu genç ve idealist öğretmen Feride'nin tanıklığıyla Anadolu'nun Kurtuluş Savaşı'ndaki durumu sergilenir; farklı yaşam biçimleri, farklı anlayışlar, gelenek ve görenekler, toplumsal çatışmalar, Feride'nin gündelik yaşamı, duygu dünyası ile içiçe verilir. Reşat Nuri Dudaktan Kalbe(1925-1991),Akşam Güneşi(1926-1988), Bir Kadın Düşmanı(1927-1988) adlı romanlarında da aynı temaları işlemiştir; bu yapıtlarda da kahramanlarının duygusal ilişkileri ve çoğu kez mutsuzlukla sonuçlanan serüvenleri ön plana çıkar.

Reşat Nuri, 1920'den sonraki yapıtlarında,temel roman anlayışını değiştirmeden toplumsal sorunlara eğilmiştir. Yeşil Gece'de (1928-1986) mutsuz evlilikleri, Eski Hastalık'ta (1938-1989) Cumhuriyet'in getirdiği yenileşme hareketlerini konu almıştır. Yaprak Dökümü'nde (1930-1988) değişen sosyoekonomik koşullara ayak uyduramayan, bu koşulların getirdiği ahlak anlayışı ile çelişki içindeki küçük bir bürokratın ve parçalanan ailesinin dramı sergilenir; Miskinler Tekkesi'nde (1946-1986) dilenciliğin, Kan Davası'nda (1962-1986) kan gütme geleneğinin açtığı yaralar anlatılır. Reşat Nuri romanlarında sayısız insan tipi yaratmıştır. Çoğunluk erkek olan kahramanları, dış görünümlerinden çok psikolojik özellikleriyle işlenen ve genellikle iyi-kötü, idealist-çıkarcı, tutucu-yenilikçi gibi karşıtlıklar içinde verilen tek boyutlu karakterlerdir, Mizaha daha geniş yer verdiği öykülerinde de, vazgeçemediği temalar olan aşk yalnızlık, fedakarlık, dostluk, ihanet vb. ön plandadır. Çoğu sahnelenmiş olan oyunlarında ise açık ya da kapalı olarak bazı savlara yer verir: Aşk,töre, namus kavramları üzerinde kurulu Eski rüya(1922), Evlilikte cinsel dengenin önemini vurgulayan Taş Parçası(1926), Hülle uygulamasını taşlayan Hülleci(1926), Devlet-halk işbirliğinin gerekliliği üzerinde duran Bir Yağmur Gecesi(1943), geçim sıkıntısı nedeniyle çözülen aileyi konu alan ve en başarılı oyunu kabul edilen Balıkesir Muhasebecisi(1953), Diktatörlüğü yergili bir dille ele alan Tanrıdağı Ziyafeti (1955) bu anlayışına örnektir.

Anadolu gezileri sırasındaki gözlemlerini Anadolu Notları(1956,2 cilt;1988,2 cilt) adıyla kitaplaştırılan Reşat Nuri, ayrıca öğrenciler için kitaplar (Dil ve Edebiyat,Türk kıraatı [1930;Refet Avni ile birlikte] ve bir sözlük (Fransızca-Türkçe resimli büyük dil kılavuzu [1935; İ.H.Danişment, A.S,Delil başı,N.Ataç ile birlikte] J.J.Rousseau, Balzac, Zola, Camus gibi yazarlardan çeviriler yapmıştır. Tiyatroyla ilgili yazıları ise Reşat Nuri Güntekin'in Tiyatro İle İlgili Makaleler(1976) adıyla K.Yavuz adıyla derlenmiştir.

Öbür önemli yapıtları: Roman.Gizli el(1924-1988), Damga(1924-1988), Kızılcık Dalları(1932-1987), Gökyüzü(1935-1986), Ateş Gecesi(1942-1988), Değirmen(1944-1987), Harabelerin Çiçeği(1953-1987); 1918'de Zaman gazetesinde Cemil Nimet imzası ile tefrika edildi.), Kavak yelleri(1961-1986), Sönmüş Yıldızlar(1918-1986), Leyla ile Mecnun(1928-1988), Olağan İşler(1930-86), Oyun: Hançer(1920), Ümidin Güneşi(1924), Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, İhtiyar Serseri(1925), Bir Köy Hocası(1928), Babür Şah'ın Seccadesi(1931), Bir Kır Eğlencesi(1931), Ümit Mektebinde (1931), Felaket Karşısında, Göz Dağı, Eski Borç(1931), İstikbal(1933), Vergi Hırsızı(1933), Yaprak Dökümü(1971), Eski Şarkı(1971).

 

 

 

 

 

 

   

 

Rıfat ILGAZ



1911 - Kastamonu
7 Temmuz 1993 - İstanbul

 

Rıfat Ilgaz 1911 yılında Kastamonu Cide'de doğdu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nü 1938'de bitirdi. 1939'da İstanbul'da öğretmenliğe başladı. 1940'da Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdi. 1943'te ilk kitabı "Yarenlik"i yayınladı. Şiirleri olağanüstü bir ilgi gördü. Ocak 1944'de "Sınıf" adlı şiir kitabı çıktı. Sıkıyönetim kararı ile toplatıldı. 1950'li yıllarda gazetecilik yapmaya başladı. Ocak 1953'te "Devam" adlı şiir kitabını çıkardı ve bu kitap da toplatıldı. 1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra kendi adıyla yazı ve şiir yayınlama özgürlüğüne kavuşan Rıfat Ilgaz, 1970'te Basın Şeref Kartı'nı aldı. 1974'te emekli oldu. Cide'ye yerleşti. 12 Eylül 1980 döneminde gözaltına alındı. 70 yaşında gerekçesiz sorguya çekildi ve 1 aydan fazla gözaltında kaldı. Tutukluluğu sona erince ölüm tarihi olan 7 Temmuz 1993'e kadar İstanbul'da yaşadı.

ESERLERİ:

ŞİİR:

Yarenlik (1943) Sınıf (1944) Yaşadıkça (1948) Devam (1953) Üsküdarda Sabah Oldu (1954) Soluk Soluğa (1962) Karakılçık (1969) Uzak Değil (1971) Güvercinim Uyur mu (1974) Kulağımız Kirişte (1983) Ocak Katırı Alagöz (1987) Bütün Şiirleri (1983)

ROMAN:

Karadeniz'in Kıyıcığında 1969 Karartma Geceleri 1974 Sarı Yazma 1976 Yıldız Karayel 1982

ANI:

Yokuş Yukarı 1982 Biz de Yaşadık 1984 Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra (1986)

MİZAH ÖYKÜ VE ROMANLARI:

Radarın Anahtarı 1957 Don Kişot İstanbul'da 1957 Bizim Koğuş 1959 Hababam Sınıfı 1959 Kesmeli Bunları 1962 Nerde O Eski Usturalar 1962 Saksağanın Kuyruğu 1962 Şevket Ustanın Kedisi 1965 Geçmişe Mazi 1965 Altın Eskicisi 1972 Palavra 1972 Tuh Sana 1972 Çatal Matal Kaç Çatal 1972 Bunadı Bu Adam 1972 Keş 1972 Al Atını 1972 Hababam Sınıfı Uyanıyor 1972 Sosyal Kadınlar Partisi 1984 Apartman Çocukları 1984 Çalış Osman Çiftlik Senin 1984

ÇOCUK KİTAPLARI:

Öksüz Civciv 1979 Bacaksız Kamyon Sürücüsü 1980 Bacaksız Sigara Çocukları 1980 Bacaksız Paralı Atlet 1981

 

 

 

 

 

 

 

 

Sabahattin ALİ



1907 - Gümilcine (Yunanistan)
1948 - Kırklareli dolayları (cinayet)

 

Cumhuriyet dönemi hikaye ve romancısı. 1907'de Gümülcine'de (Yunanistan) doğdu. İstanbul İlköğretmen Okulu'nu bitirdi. Yozgat'ta bir yıl öğretmenlik yaptı. Sonra Milli Eğitimce Almanya'ya gönderildi. Dönüşünde Almanca öğretmenliği yaptı. Yayın Müdürlüğü'nde memurluk ve Devlet Konservatuarı'nda dramaturgluk yaptı. Görevinden ayrılmak zorunda kaldı, sosyalist gazetelerde çalıştı. Yazıları yüzünden tutuklandı, izlenirken kaçmak istedi. Kırklareli dolaylarında öldürüldü. Mezarı belirsizdir.

Başlıca kitapları :

Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni DÜnya, Sırça Köşk.

Romanları :

Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna.

Hakkında Asım Bezirci tarafından yazılmış Sabahattin Ali/Hayatı, Hikayeleri, Romanları (1974) ve Kemal Sülker'in Sabahattin Ali Dosyası adlı kitaplar vardır.

Bütün eserleri önce Cem yayınlarında yayınlandı. Adına konmuş bir hikaye ödülü vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

STENDHAL



1793 - FRANSA
1842 - FRANSA

 

1793'te Grenoble'da doğan Stendhal, 1842'de Paris'te öldü. Gençliğinde orduya katıldıysa da askerlik yaşamının kendisine göre olmadığını anlayıp Paris'e döndü. Tiyatro ve felsefeyle ilgilendi. Askerliğe kısa süreli bir dönüşü oldu.
Aşık olduğu bir kadının peşinden gittiği İtalya'da uzun yıllar kaldı ve buradayken yazı çalışmalarına başladı. 1827'de ilk romanı Armance'ı yayınlattı; 1829'de "Roma'da Gezintiler", 1830'da "Kızıl ile Kara" yayımlandı.
Para sıkıntısı çektiği için devletteki görevini sürdürüyordu. Başyapıtlarından biri olan "Parma Manastırı" nı, konsolosluk görevinden izinli olarak ayrıldığı sırada tamamladı ve 1839 yılında yayımladı. Kitap yazabilmek için sürekli olarak görevinden izin alıyordu. Son aldığı izinde, Paris'e döndü, ama yaşamı sokakta son buldu.
Stendhal, çağdaşları tarafından önemi anlaşılamamış olsa da, psikolojiyi ön plana çıkaran romancılardan sözedildiğinde ilk akla gelen adlardandır. Keskin gözlemleri, kişilik çözümlemeleri, sezgileri, süslemesiz sayılan üslubunun temel özelliği olan hareketle birleşince, Stendhal, en az kendi kişiliği kadar renkli yapıtlar sunabilmiştir.
Hem muhafazakar hem liberal, hem yurtsever hem kozmopolit, hem taklitçi hem özgün, hem açık yürekli hem kapalı kişiliği, romanlarına da yansımıştır.

Eserleri :

Armance, Roma'da Gezintiler, Kızıl ile Kara, Parma Manastırı.

 

 

 

 

 

 

 

 

ŞİNASİ



1826 - İstanbul
1871

 

Tanzimat dönemi şair ve yazarlarındandır. 1826 İstanbul doğumludur. Asıl adı İbrahim olan yazar, Tophane kaleminde memurken Paris'te maliye okuması için devletçe gönderildi. Dönüşünde Meclis-i Maarif üyesi oldu. Reşit Paşa kendisini korudu. Agah Efendi ile Tercüman-ı Ahval, daha sonra da tek başına Tasvir-i Efkar gazetelerini çıkardı. Bir ara matbaa işleriyle uğraştı. Mezarı kaybolmuştur. Tanzimat edebi hayatının kurucusudur. İlk şiir çevirileri, ilk yerli oyun (Şair Evlenmesi), ilk makale onun tarafından gerçekleştirilmiştir. Şiirde eski şekle bağlı kalıp yeni kavramlar kullanan, dilde sadeleşmeye önem veren, düşünceyi ön plana çıkaran, sade yazmayı önemseyen ilk yazardır.

Başlıca kitapları :

Tercüme-i Manzume (Çeviri Şiirler 1859), Şair Evlenmesi, Müntehabat-ı Eş'ar (Şiirlerinden seçmeler, 1862), Durub-ı Emsal-i Osmaniye (Atazözleri, 1885), Müntehabat-ı Tasvir-i Efkar (Seçme makaleler, 1885).

Hikmet Dizdaroğlu ve Hüseyin Seçmen'in yazar hakkında hazırladıkları birer kitap vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Tarık BUĞRA



2 Eylül 1918 - Akşehir
26 Şubat 1994 - İstanbul

 

Tarık Buğra 2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve orta tahsilini Akşehir'de tamamladı. Konya Lisesi'ni bitirdi. (1936) Çeşitli aralıklarla İstanbul Üniversitesi'nin Tıp, Hukuk ve Edebiyat fakültelerinde ikişer üçer yıl okuyup vazgeçti.

Akşehir'de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesi ile gazeteciliğe başladı. İstanbul'a gelince Milliyet, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazdı, sanat sayfaları düzenledi. Haftalık Yol dergisini çıkardı.

Tarık Buğra, gazetecilikle olan ilgisini 1983 yılı sonuna kadar devam ettirdi. Onun gazete yazılarının da değişik ve kendine has özellikleri vardır. Hiçbir zaman basmakalıp düşünce ve ideolojilerin takipçisi olmamıştır. Zaman zaman dil, edebiyat ve sanat konularına da yer verdiği bu yazılarında hür, bağımsız ve meseleler karşısında tarafsız bir yazar olma vasfını kaybetmemiştir. Tarık Buğra, edebiyat dünyasına küçük hikâyelerle girdi. Cumhuriyet gazetesinin açtığı bir yarışmada "Oğlumuz" adlı hikâyesi ile ikinci olması, onun için bir dönüm noktası olmuştur denilebilir. Daha sonra Çınaraltı ve İstanbul dergilerinde hikâyeler yazmaya devam etti. Bu hikâyeler kronolojik bir sıra ile incelendiğinde ilk dikkati çeken şeyin, yazarın bir acemilik/çıraklık dönemi olmayışıdır. Hemen her yazarda takibedilen zaman içinde ustalaşma, Tarık Buğra'da görülmüyor. O, daha ilk hikâyesinde usta bir yazar olduğunu ortaya koymuştur. Hikâyelerinde daha çok yakın çevre, aile hayatı, sevda ilişkileri, küçük kasaba intibaları gibi ferdî ve dar çerçeveli konular göze çarpar. Tarık Buğra olay değil, atmosfer hikâyecisidir. Hikâyelerinden, onun "hüzn"ü bilen bir yazar olduğu anlaşılmaktadır. Onun hikâye ve romanlarında çocukluğun, ilk aşkın, vefasızlıkların, kırılmışlıkların ve yarıda kalmış şeylerin hüznü vardır. Denilebilir ki onur eserlerinin atmosferini hep bir hüzün bulutu idare eder. Yayınlanmış dört tiyatro eserinden İbişin Rü-yası'nda ünlü komik Naşit'in hayatından bir bölümü, son derece duygulu, iki kişi arasında geçen fırtınalı bir aşk atmosferi içinde anlattı. İlk adı Dört Yumruk olan, daha sonra Akümülatörlü Radyo adıyla yayınlanan ve Devlet Tiyatroları'nda sahnelenen eserinde ise yarıda kalmış saadetlerin hikâyesini anlatmıştır. Ayakta Durmak İstiyorum ve Yüzlerce Çiçek Birden Açtı oyunları ise daha beşerî planda, hürriyete ve bağımsızlığa hasret insanın dramı hikâye edilmiştir. Onun romanları ise değişik bir gelişme göstermektedir.

1955'te yayınlanan Siyah Kehri-bar'da, İtalya'da Mussolini devrinde geçen olaylar anlatılmış, dikta rejimlerinin hür ve zora gelmez mizaçlar üzerinde yarattığı olumsuz tesirler belirtilmiştir. İbişin Rüyası, daha sonra oyun haline getirilmiş olan romanıdır. Yalnızlar ise, Akümülatörlü Radyo oyununun romanlaştırılmışıdır.

Roman dünyamızda Tarık Buğra'ya sağlam ve sarsılmaz bir yer sağlayan eseri Küçük Ağa'dır. Bu eserde, ve bunun devamı olan Küçük Ağa Ankarada ve Firavun İmanı romanlarında Millî Mücadele ilk defa değişik bir açıdan ele alınmıştır. Daha çok devletin resmi görüşünden hareket eden Kurtuluş Savaşı romanlarının tam aksine bu üç romanda meseleler, insan / millet açısından ele alınmış, yeni ve doğru bir yorumla ortaya konulmuştur. Bu roman "tarihi açıdan Millî Mücadele'de insanın yeri, milletin yeri nedir?" sorularının cevaplarını araştırır. Yazar, Yağmur Beklerken romanında Serbest Fırka denemesinin, Gençliğim Eyvah'da ise 1970'li yıllarda Türkiye'nin bir numaralı meselesi haline gelen anarşik olayların değişik yönlerini, perde arkasını tasvir ve tahlil eder.

Tarık Buğra, Osmancık romanı ile de, Osmanlı devletinin kuruluş yıllarını anlatmıştır. Bu eserde de cihan devletini kuran irade, şuur ve karakterin tahlili vardır. Tarık Buğra, roman kahramanlarını idealize etmez. Onun romanlarındaki bütün tipler tabiidir. İnsanı, en gerçek ve inkâr edilemez yanından -mizacından- ve insanın en soylu duygusundan -hüzünlerinden- ele almıştır. Bu özellikleriyle Tarık Buğra, realizmin Türk romancılığındaki en usta yazarlarından birisidir. Tarık Buğra'da belli ve kalıplaşmış bir fikri ispatlama, yorumlama ve propogandasını yapma endişesi yoktur. O, romanı, roman olarak düşünür. Tarık Buğra'yı bugün ve gelecekte sarsılmaz yapan özellik onun bu tutumudur. Ona göre roman, hatta sanat "kâinatı ve insanları bir mizaca göre yeniden yaratmaktır." Bu açıdan bakılınca Tarık Buğra, bir tahlil ustası olarak göze çarpar. Onun bazı romanlarında insan, bazılarında mesele ön plândadır, fakat ikisi de her zaman dengelidir. Tarık Buğra roman ve tiyatro gibi yarına kalıcı eserlerin en mükemmel kültür Türkçesi ile yazılacağını savunmuştur. Sanat eseri için her türlü basmakalıbı reddeden bağımsız bir sanat anlayışını benimsemiş olan Tarık Buğra, güzel Türkçesi, canlı ve yoğun üslûbu, derin tipleri ile Türk hikâye, tiyatro ve roman yazarlarının başında yer almıştır.

Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.

Eserleri:

Hikâye: Oğlumuz (1949),
Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952),
İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (1964, yeni ilavelerle 1969)
Tiyatro:
Ayakta Durmak İstiyorum,
Akümülatörlü Radyo,
Yüzlerce Çiçek Birden Açtı – 1979)
Gezi Yazıları:
Gagaringrad (Moskova Notları) (1962),
Fıkra ve Deneme: Gençlik Türküsü (1964),
Düşman Kazanmak Sanatı (1979),
Politika Dışı (1992).
Roman:
Siyah Kehribar (1955),
Küçük Ağa (1964),
Küçük Ağa Ankarada (1966),
İbişin Rüyası (1970), Firavun İmanı (1976),
Gençliğim Eyvah (1979),
Dönemeçte (1980), Yalnızlar (1981),
Yağmur Beklerken (1981),
Osmancık (1983).
Senaryo ve oyunu:
Sıfırdan Doruğa-Patron (1994).

 

 

 

 

 

 

  

 

Tevfik FİKRET



26 Aralık 1867 - İstanbul
19 Ağustos 1915 - İstanbul

 

Tevfik Fikret 26 Aralık 1867'de İstanbul Kadırga'da dünyaya geldi. Asıl ismi Mehmed Tevfik. 1888'de Galatasaray Lisesi'ni (Mekteb-i Sultani) birincilikle bitirdi. Hocaları arasında Muallim Naci, Recaizade Ekrem gibi seçkin isimler vardı. Şiire lise yıllarında başladı. İlk şiiri 1883'te yayınlandı. Liseden sonra Hariciye Nezareti (Dışişleri Bakanlığı), ardından Maarif Mektubi Kalemi'nde çalıştı. Yüksek Ticaret Okulu'nda ders verdi. Kuzeniyle evlendi. 1894'te, Malumat gazetesinin kurucuları arasında yer aldı. Galatasaray Lisesi ve Robert Kolej'de Türkçe öğretmenliği yaptı. 1896'da Edebiyat-ı Cedide akımını destekleyen Servet-i Fünun dergisi yazarları arasına katıldı. Halit Ziya, Cenap Şahabettin, İsmail Safa, Mehmet Rauf, Samipaşazade Sezai, Hüseyin Cahit gibi isimlerle birlikteydi. 1905'te babasını yitirdi. Aynı yıl Rumelihisarı'nda ölünceye dek oturacağı "Aşiyan"ına (yuva) yerleşti. 1908'te II. Meşrutiyet'in ateşli savunucularından biri oldu. Meşrutiyet'ten sonra Hüseyin Kazım Kadri ve Hüseyin Cahit (Yalçın) ile birlikte Tanin gazetesini kurdu. 1909'da Galatasaray Lisesi Müdürü oldu. Daha sonra Robert Kolej'e geçti. 1911'de, gençlere seslendiği Haluk'un Defteri yayınlandı. 1914'te sağlığı bozuldu. 1914'te çocuklara seslendiği Şermin adlı kitabı yayınlandı. Ağır bir şeker hastalığına tutulmuştu. Kolundan olduğu bir ameliyattan sonra 19 Ağustos 1915'te yaşamını yitirdi ve Eyüp'te aile mezarlığına defnedildi.

ESERLERİ :

Rübab-ı Şikeste (1900-1984) Haluk'un Defteri (1911-1984) Rübabın Cevabı (1911-1945) Şermin (1914-1983) Tarih-i Kadim (1905) Son Şiirler (1952. Yay. Haz. Cevdet Kudret)

 

 

 

 

 

 

 

 

Uğur MUMCU



22 Ağustos 1942 - Kırşehir
24 Ocak 1993 - Ankara

 

Aslen, Ankaralı olan Uğur Mumcu, 22 Ağustos 1942 yılında, babasının memuriyeti dolayısıyla Kırşehir'de, dört kardeşin üçüncüsü olarak doğdu. Annesi Nadire Hanım, babası, Tapu Kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey'di. İlk ve orta okulları Ankara’da okuyan Mumcu çok aktif bir öğrenciydi. Bu hızlı yaşam Hukuk fakültesinde de devam etti. 1961 yılında baş1adığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1965 yılında tamamladı. Bir süre avukatlık yaptı; yabancı dil öğrenmek için İngiltere'ye gitti. 1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı olarak çalıştı. Yazmaya, üniversite öğrenciliği yıllarında, Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön Dergisinde başlayan Uğur Mumcu, 12 Mart döneminde bir yazısında kullandığı "ordu uyanık olmalı" sözleriyle, "orduya hakaret etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" suçunu işlediği iddasıyla gözaltına alındı. Uğur Mumcu bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkum edildi. Fakat yargıtayca karar bozuldu ve serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra, Mumcu askerliğini, 1972-74 yılları arasında Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi tanımıyla "sakıncalı piyade eri" olarak tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi. İlk yazıları 1962'den itibaren Yön, Türk Solu, Devrim, Ant, KIM v.b. dergilerde yer alan Mumcu'nun, 1968-69-70 yıllarında Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde zaman zaman çeşitli konularda inceleme yazıları da yayımlandı. Köşe yazarlığına 1974 yılında haftalık Yeni Ortam dergisinde başladı. Daha sonra çalışmaya başladığı Anka Ajansında 1975 yılından itibaren Cumhuriyet'e de köşe yazıları yazdı. 1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. gözlem başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 6 Kasım 1991'de İlhan Selçuk ve yaklaşık 80 Cumhuriyet çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 yılında uğradığı bombalı saldırı sonucu öldü.

ESERLERİ :

Sakıncalı Piyade, Suçlular ve Güçlüler, Mobilya Dosyası, Bir Pulsuz Dilekçe, Büyüklerimiz, Çıkmaz Sokak, Tüfek İcad Oldu, Silah Kaçakçılığı ve Terör, Liberal Çiftlik, 12 Eylül Adaleti, Terörsüz Özgürlük, Rabıta, Söz Meclisten İçeri, Papa-Mafya-Ağca, Devrimci ve Demokrat, Sosyalizm ve Bağımsızlık, İnkılap Mektupları, Kürt Dosyası.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ümit KAFTANCIOĞLU



1935 - Ardahan
1980 - İstanbul

 

Asıl adı Garip Tatar olan Ümit Kaftancıoğlu 1935 yılında Ardahan'ın Hanak ilçesinin Koyunpınarı (Saskara) köyünde dünyaya geldi. Çocukluğu Dede Korkut boylarının zengin anlatım geleneği içerisinde, halk âşıklarının, söz sohbet bilenlerin dizinin dibinde destan, masal, türkü, efsane dinleyerek, okuyarak geçti. Köyündeki İlkokula gittiğinde diploma alacak durumdaydı. İlkokulu bitirdikten sonra köy çocuklarına açık tek kapı olan Köy Enstitüsü’ne girmek için yıllarca uğraştı, yollara düştü, Cılavuz Köy Enstitüsü’ne girdi.Kaftancıoğlu, Cılavuz Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Mardin’in Derik ilçesinde ilkokul öğretmeni olarak görevine başladı. Daha sonra Balıkesir Necati Bey Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünü bitirip bir süre Rize’nın Pazar ilçesinde Türkçe öğretmenliği yaptı.
Yedeksubay olarak görev yaptığı askerlik dönüşü, TRT'nin açtığı sınavı kazanarak, Köy Yayınları bölümünde göreve başladı. TRT İstanbul Radyosu'nda "Av Bizim Avlak Bizim", "Dilden Dile" ve “Yurdun Dört Bucağından” gibi programlarla halk kültürünü, halk âşıklarını, halkın eksiğini ve sıkıntılarını mikrofona taşıdı. “Gerçek edebiyatın halkın ağzında, dilinde olduğunu bilmeliyiz. Halkın sözlü edebiyatını yazıya geçirecek, değerlendirecek olanlar da halk çocuklarıdır.” der. Bu gözlemlerini doğrularcasına, Anadolu'yu gezerek derlemelerle halkın sözlü yazınını ve halk türkülerini yazıya döktü. Günümüzde bile sevilerek dinlenen “Evreşe Yolları Dar” ve “Yüksek Yüksek Tepeler Ev Kurmasınlar” türküleri Kaftancıoğlu'nun derlemeleri arasındadır.
Radyo programcılığı yanında edebiyat dünyasında da adını duyuran Kaftancıoğlu, "Dönemeç"le (Öykü) TRT Büyük Ödülü birincilik (1970), "Hakullah"la (Röportaj) Milliyet Gazetesi Karacan Ödülü birinciliği (1972) aldı.
11 Nisan 1980 günü görev yaptığı TRT İstanbul Radyosu’na gitmek için çıktığı evinin önünde, demokrasinin, kültürün ve aydınlığın düşmanlarınca katledildi.

YAPITLARI

* Dönemeç (Öykü) 1972 (Yeni Basım Yalın Ses Yayınları-2006)
* Hakullah (Röportaj) 1972
* Yelatan (Roman) 1972
* Tek Atlı Tekin Olmaz (Halk Masalları) 1973
* Tüfekliler (Roman) 1974 (Yeni Basım Yalın Ses Yayınları-2006)
* Köroğlu Kolları (Halk Destanları) 1974
* Çarpana (Öykü) 1975
* İstanbul Allak Bullak (Öykü) 1983

Çocuk Kitapları

* Kekeme Tavşan (1974) (Yeni Basım Yalın Ses Yayınları-2006)
* Çizmelerim Keçeden (1979)
* Altın Ekin (1979)
* Dört Boynuzlu Koç (1979)
* Kan Kardeşim Doru Tay (1979)
* Hızır Paşa (1980)
* Çoban Geçmez (1980) (Yeni Basım Yalın Ses Yayınları-2006)
* Şülgür Deresi (1981)
* Salih Bey (1981)

 

 

 

 

 

 

 

 

Ümit Yaşar OĞUZCAN



1926 - Tarsus
1984

 

Günümüz şairlerinden. 1926 Tarsus doğumludur. Eskişehir Ticaret Lisesi'ni bitirdi. Türkiye İş Bankası'nda çalıştı. Kendi adını taşıyan bir sanat galerisi kurdu. Günümüzün en popüler şairidir. Aşk, ayrılık vb. temaları işledi. 1973'te büyük oğlu Vedat'ın intiharı üzerine hayatın boşluğu, ölüm ve acı gibi konuları işledi. Asıl başarısı aruzla yazdığı rubailerle oldu.

33'ten fazla kitabı olan şairin en tanınmış kitapları şunlardır :

İnsanoğlu, Dolmuş, Karanlığın Gözleri, Üstüme Varma İstanbul, Hüzün Şarkıları, Mihribana Şiirler, Rubailer, Yalan Bitti, En Eski Yalnızlığımdır Aşk Benim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yahya Kemal BEYATLI



1884 - Üsküp
1958

 

Türk şairi. 1884 yılında Üsküp'te doğdu. Orta öğrenimini Vefa İdadisi'nde tamamladıktan sonra Paris'e giderek orad Fransızca öğrendi, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenim gördü. Dokuz yıl süre ile Paris'te kaldıktan sonra yurda dönüşünde Darülfünun'da çeşitli dersler okuttu. Urfa Milletvekili olarak Büyük Millet Meclisi'ne katıldı. Dışişleri Bakanlığı'nda görev alarak Varşova, Madrit, pakistan büyükelçiliklerininde bulundu.

Edebiyat yaşamına, Avrupa dönüşü Yeni Mecmua'da Bulunmuş Sayfalar başlığı ile yayımladığı gazelleri ve şarkılarıyla katıldı. Paris'te iken zamanın en ileri edebiyatçıları ile kurduğu yakın ilişki sonucu edebiyatta üstün bir biçim güzelliği ve uyumlu ölçü düşüncesine ulaşmıştı. Buna eklenen engin bir tarih sevgisi ve beğenisi eserlerindeki öz'ü hazırladı. Avrupa'dan aldığı, şekildeki ve özdeki yeniliğin yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu'nun üstün uygarlığı, bu uygarlık düzeyindeki yaşantı, şairi kuvvetle etkiledi.

Osmanlı uygarlığının en üstün eserlerini verdiği İstanbul, hemen tüm şiirlerinin başlıca konusudur. Aşk, kahramanlık, doğa, deniz, güzellik gibi kavramlar ve konular daima bu ortamda gelişir.

Şiirlerinde iç uyumu her şeyden üstün tuttu. Şiirde iç uyum ise, şaire göre bir başka türlü musiki idi. Bu nedenle de Ok adlı şiiri dışında, tüm şiirlerini aruz ölçüsüyle yazdı.

Başlıca kitapları :

Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgarıyla, Aziz İstanbul, Eğil Dağlar (Kurtuluş Savaşı yazıları), Bitmemiş Şiirler.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU



27 Mart 1889 - Kahire
13 Aralık 1974 - Ankara

 

Yakup Kadri, 17.yüzyılın sonlarından başlayarak, Saruhan vilayeti denilen Aydın ve Manisa bölgesinde hüküm sürmüş Karaosmanoğlu sülalesindendir. Mısır'da İbrahim Paşa konağına yerleşen ve orada İkbal Hanım ile evlenen Kadri Bey'in oğludur. 27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. İbrahim Paşa'nın ölümü üzerine 6 yaşında iken ailesiyle birlikte Manisa'ya geldi. İlk öğrenimine Fevziye Mekteb-i İbdidadisi'nde başladı. 2 yıl sonra da İzmir idadisine gönderildi(1903). Şahabettin Süleyman ile arkadaşlığı buradan gelir. Ama öğrenimini tamamlayamaz. Babası da o öğrenime başlamadan ölmüş. Aile yeniden Mısır'a dönünce İskenderiye'deki Freres'ler Fransız okuluna girdi. Burada bir yıl okudu. İdadi özlemi onu İzmir'e çektiyse de, tatilini geçirmek için geldiği Mısır'da (1906) Jöntürklerle tanıştı, İzmir'e dönmekten vazgeçti. Sınava yeniden girdiği Freres'ler okulunda iki yıl sonra bakaloryasını vererek ortaöğrenimini tamamladı.1908'de ailece yurda döndüler. İstanbul'a yerleştiler. Yakup Kadri Mekteb-i Hukuk'a girdi. Ama bitirmeden, üçüncü sınıftan ayrıldı. Bu arada İbsen'den esinlenerek yazdığı Nirvana adlı tek perdelik oyunu yayımlanmış, arkadaşı Şahabettin Süleyman'ın aracılığıyla Fecr-i Ati topluluğuna katılmıştır. Bir yandan Fecr-i Aticilere yönelik eleştirilere cevap vermekte, bir yandan da Servet-i Fünun'da küçük hikayeler yayımlamaktadır. Mensur şiirleri de bu ilk döneminin ürünleridir.

1912'de tüberküloza yakalandığını öğrenir ama 1916'da tedavi için İsviçre'ye gidebilecek, 3.5 yıl orada kalacaktır. Bektaşilikle ilgisi de bu yıllarda, İsviçre'ye gitmeden öncedir. O sıralar Paris'ten yeni dönmüş olan Yahya Kemal'in de etkisiyle Yunan ve Latin kaynaklarına dayalı yeni bir sanat anlayışını savunmaya başlamıştı. Ayrıca,Doğu mitolojisiyle de ilgileniyor, bir mistisizme yöneliyordu. Bu eğilim onu Bektaşi tekkesine itti. Gözlemlerinden yararlanarak Nur Baba romanını yazdı ama karşılaşacağı tepkiler, İsviçre'ye gidişi romanın yayınlanmasını engelledi.

1913'de ilk hikaye kitabını çıkarır: Bir Serencam.Ama önce Balkan,ardından da Birinci Dünya Savaşı, bu savaşlarla gelen yıkım,Yakup Kadri'de bir değişime yol açacak, sanatın “şahsi ve muhterem” olduğu düşüncesinden yavaş yavaş uzaklaşacaktır. Mondros antlaşmasından sonra onu İkdam yazarı olarak görürüz(1919). Güncel olayları izleyen, Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen bir gazetecidir artık. Hikayeleri de Mili Mücadele ile ilgilidir. Daha sonra o günlerin ürünü olan makalelerini Ergenekon'da toplayacaktır.

1921'de Ankara'nın çağrısı üzerine Anadolu'ya geçti. Görevli olarak Kütahya, Simav, Gediz, Eskişehir, Sakarya yörelerini dolaştı. Önce Mardin(1923-1931), sonra Manisa milletvekili oldu(1931-1934). Evliliği de bu dönemdedir. Mutasarrıf Asaf Bey'in kızı Burhan Asaf Belge'nin kız kardeşi Leman hanımla evlenmiş (11 Ekim 1923); yine bu dönemde Kiralık Konak, Nur Baba adlı romanlarını yayımlamış. Cumhuriyet ve Hakimiyet-i Milliye gazetelerinde makaleler yazmış (1923-1925), tedavi için ikinci kez gittiği (1926) İsviçre'den “Ağrı Dağlarından” başlığıyla izlenimlerini kaleme almıştır. 1932 yılı ise Yakup Kadri için ayrı bir önem taşır. Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin ve Şevket Süreyya Aydemir ile birlikte Kadro dergisini çıkardılar. Büyük yankı uyandıran ve tartışmalara yol açan romanı Yaban'da aynı yıl yayımlanır. Başlangıçta ilgiyle karşılanan Kadro'da savunulan düşünceler zararlı bulunarak derginin imtiyaz sahibi Yakup Kadri, Tiran elçiliğine atanınca (1934) dergide kapanır. Bunu Prag (1935), La Haye (1939), Bern (1942) elçilikleri izler. Tahran elçiliğinden sonra (1949-1951) emekli oluncaya kadar kalacağı Bern elçiliğine yeniden getirilecektir. Zoraki diplomat adlı anıları bu yılların ürünüdür.1955'te emekli olunca yurda dönerek çeşitli dergi ve gazetelerde yazılarını sürdürdü. 27 Mayıstan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. 1961'de Manisa milletvekili oldu. 1957'de de Ulus gazetesinin baş yazarlığını üstlenmiştir. 1962'de Atatürk ilkelerine ters düşüldüğünü ileri sürerek CHP den istifa etti.1965'ten sonra ise politikadan çekildi. Son görevi, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı idi. 13 Aralık 1974'de Ankara'da öldü. İstanbul'da, Beşiktaş'ta Yahya Efendi mezarlığında annesinin yanında yatmaktadır.

Eserleri :

Hikaye: Bir Serencam (1913), Rahmet (1923), Mili Savaş Hikayeleri (1947).

Roman: Kiralık Konak (1922), Nur Baba (1922), Hüküm Gecesi (1927), Sodom ve Gomore (1928), Yaban (1932), Ankara (1934), Bir Sürgün(1937), Panorama (İki cilt,1953-1954), Hep O Şarkı (1956).

Mensur Şiirler : Erenlerin Bağından (1922), Okulun Ucundan (1940).

Anı : Zoraki Diplomat (1955), Anamın Kitabı (1957), Vatan Yolunda (1958), Politikada 45 Yıl (1968), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969).

Monografi : Ahmet Haşim (1934), Atatürk (1946).

Çeşitli Makaleleri : İzmir'den Bursa'ya (H.Edip,F.Rıfkı,M.Asım ile 1922), Kadınlık ve Kadınlarımız (1923), Seçme Yazılar (F.Rıfkı,R.Eşref ile 1928), Ergenekon (iki cilt,1929), Alp Dağlarından ve Miss Chalfrin'in Albümünden (1942).

Tiyatro eserleri : Nirvana (1909), Veda (1909), Sağanak (1929), Mağara (1934).

 

 

 

 

 

 

 

Yunus EMRE



?
1320/21

 

Türk halk şairi. Hayatı efsanelerle dolu olan şairin, nerede doğduğu, nerede yaşadığı üzerine çeşitli bilgiler ve görüşler vardır. Genellikle, Sakarya dolaylarında doğduğu, bir süre buralarda oturup, Konya, Şam ve Azerbaycan'a gittiği söylenir.

Eserlerinin çoğunda hece ölçüsünü kullanan şair, kimi eserlerinde aruz ölçüsünden örnekler vermiştir. Tasavvuf felsefesinin, Türk dilindeki en iyi anlatımı Yunus Emre'nin şiirlerinde kendini bulmuştur. Varlık-yokluk, insan, tanrı, ölüm kavramlarını şiirlerinde en iyi biçimde yansıtmıştır.

Tüm eserlerinde coşkun bir lirizm görülür. Halk diliyle, halk için yazmıştır. Divanındaki ilahi ve nefesleri 360 kadardır. Ahmet Adnan Saygun, şiirlerinden bir bölümünü Yunus Emre Oratoryosu adı ile bestelemiş, eser Amerika ve Avrupa'da başarı ile çalınmıştır.

ESERLERİ :

Yunus Emre Divanı, Risalet'ün Nushiyye.

 

 

 

 

 

 

 

Yusuf Ziya ORTAÇ



1895 - İstanbul
1967

 

XX.yy. şair ve yazarlarından. 1895'te İstanbul'da doğdu. Vefa İdadisi'ni bitirdi. Darülfünun'da bir ehliyet imtihanından sonra İzmit Sultanisi'nde edebiyat öğretmenliğine başladı ve bu görevini yabancı okullarda sürdürdü. Ordu milletvekilliğinden sonra sahibi olduğu Akbaba dergisini yönetti. Hecenin beş şairinden biri olarak edebiyat tarihine geçti.

Şiir kitapları :

Akından Akına, Cenk Ufukları, Aşıklar Yolu, Yanardağ, Bir Servi Gölgesi, Kuş Cıvıltıları (Çocuk şiirleri), Bir Rüzgar Geçti (Binnaz oyunuyla)

Oyunları :

Binnaz, Name, Nikahta Keramet.

Yazarın roman ve gezi yazıları da vardır.

 

 

 

 

 

 

 

Ziya GÖKALP



23 Mart 1876 - Diyarbakır
25 Ekim 1924 - İstanbul

 

Ziya Gökalp 1876 yılında Diyarbakır'da doğdu. İstanbul'da Baytar Mekteb-i Alisi'nin son sınıfından alınıp tevkif edildi. Dokuz ay hapislikten sonra memleketine sürüldü. 1908'de Diyarbakır İlköğretim Müfettişi, 1910'da da İttihad ve Terakki Partisi Genel İdare Kurulu üyesi oldu. İstanbul'a yerleşti. Darülfünun'da sosyoloji dersleri verdi. Genç Kalemler ile Türk Yurdu'nda yazılar yazdı. Yeni Mecmua'yı çıkardı. İstanbul işgal edilince Malta'ya sürüldü (1919). 1923'te Telif ve Tercüme Ercümeni Reisliği'ne tayin edildi. Diyarbakır milletvekili oldu (1923). Hastalanınca tedavi için İstanbul'a geldi ve bu şehirde öldü.
Türkçülük akımını sistemleştirip topluma mal etti. Türk toplumunun her alanda yücelmesi için çalıştı. Milli kültür kaynaklarına dönüşü sağladı. Milli edebiyat akımının kuvvetlenmesini temin etti. Düşüncelerini halka yayabilmek için makale, öğretici şiir, destan ve masal türlerinde popüler eserler verdi.

Eserleri :

Şiirleri: Kızıl Elma (1915), Yeni Hayat (1918), Altın Işık (1923).
Diğer eserleri : Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak (1918), Türkçülüğün Esasları (1923), Yeni Türkiye'nin Hedefleri.

 

 

 

 

 

 

 

Ziya Osman SABA



1910 - İstanbul
1957

 

Türk şairi. 1910 yılında İstanbul'da doğdu. Yüksek öğrenimini İstanbul Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. Emlak Kredi Bankası'nda, Milli Eğitim Basımevi'nde, Varlık Yayınevi'nde çeşitli görevlerde bulundu. İlk şiiri 1927 yılında Servet-i Fünun dergisinde yayımlandı. Arkadaşlarıyla Yedi Meşaleciler Grubu'nu kurdu.

Saba, şiirlerinde daima temiz duygu ve düşünceleri dile getirdi. Çocukluk anıları, çocukluk özlemi, ev-aile sevgisi, Tanrı'ya ve yazgıya boyun eğiş, küçük mutluluklarla yetinme, yoksul insanlara, bu insanların kederli yaşantılarına duyulan üzüntüler, öbür dünya özlemi gibi konuları, şiirlerinde sık sık işledi. Dili açık, aydınlık ve akıcıdır.

ESERLERİ :

Sebil ve Güvercinler, Geçen Zaman, Nefes Almak (Şiirleri), Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, Değişen İstanbul (Hikayeleri).

 

 

 

 

 

 

 

 
  Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı! ku.es@hotmail.com  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol